neden bilgili olmak iyi insan olmak anlamına gelmez?
neden bilginin çoğaldığı çağlarda aşırılıklar da çoğalır?
neden düşünce tarihine yön veren düşünce insanları (filozoflar), bilim insanları, sanatçılar ya da siyasetçiler, liderler, önderler çoğu zaman kendi yaşamlarında zaaf, çelişki ve aşırılık taşırlar?
tarih boyunca bilginin en yoğun olduğu dönemler, aynı zamanda zulmün ve yıkımın da en yoğun olduğu dönemler olmuştur.
insanlar yücelttikleri şahsiyetleri her yönü ile yüceltmek isterler. bu son derece hatalı bir tutumdur. çünkü yücltilen her şahsiyet kendi yazdıklarının dışında tarih boyunca onlarca eleştiri ve değerlendirmeye tabi tutulmuş (bir çoğunun otobiyografisi ya da hatıratları dahi mevcut) ve bunlar yazılı olarak günümüze ulaşmıştır.
platon, ideal devlet üzerine yazarken köleliği ahlaki bir sorun olarak görmedi.
aristoteles, mantık ilminin kurucusu olduğu varsayılır ama bazı insanların "doğuştan köle" olduğunu ileri sürdü. kadınların eksik yaratıklar olduğunu söyledi.
büyük etik sistemler kurmaya çalışan kant, kadınların düşünsel olarak yetersiz olduğunu, siyahların ise düşük zekalı olduğunu yazmaktan çekinmedi (yazık, takipçileri metafiziği bitirdi diye o'nu göklere çıkarırlar).
hegel, afrikalıları tarihin dışında bıraktı; evrensellik davası güderken öznel sınırlar çizdi dünyaya.
descartes, hayvanları hissiz makineler sayarak onların acı çekme kapasitesini reddetti.
nietzsche, çağının ötesinde derinlikler yakaladı; güç, irade, değerlerin yıkımı üzerine söyledikleri hala yankılanıyor. ama yaşamı boyunca yalnızlık, güvensizlik ve psikolojik çöküşle boğuştu. kadınlara karşı güvensizliği, hasta insanlardan nefret edişi, öfke patlamaları kişisel hayatını örseledi. son on bir yılını zihinsel bir karanlık içinde geçirdi. düşünceleri çağları aşsa da, düşüncelerinin gücü onu daha iyi bir insana dönüştürmedi, aksine bilincini yitmesine neden oldu.
heidegger, varlık üzerine belki de en derin felsefi sorgulamaları yapan kişi oldu. ama nazi partisine üye oluşu, yahudi öğrencileriyle bağlarını koparması, akademik gücünü rejimin hizmetine sunması, düşünsel yücelik ile ahlaki çöküş arasındaki uçurumu görünür kıldı.
schopenhauer merhamet adlı eserinde "bir insanın ne kadar iyi bir insan olduğu ile ilgili bir kanaate varmak gerektiğinde onun diğer insan ve canlılara acı vermemek için ne kadar çaba harcadığına bakmalıyız." dedi. mutluluğu felsefi açıdan tartıştı, ahlakın özünü şefkatte bulduğunu yazdı, fakat yaşlı bir kadını abzürt bir nedenle merdivenlerden iterek sakat bıraktı. mahkeme o'na ömür boyu tazminat ödetti. bir kaç yıl sonra kadın öldüğünde ise "yaşlı kadın ölür, yük gider" (obit anus, abit anus) diyebildi. oysa ironik bir şekilde şefkat schopenhauer'un öğrettiği ahlakın bir parçasıdır. başkaların verdiğimiz zararın aslında kendimize verdiğimiz zarar olduğunu söylüyordu.
rousseau toplum sözleşmesiyle devrimleri etkiledi; ama beş çocuğunu doğar doğmaz yetimhaneye bıraktı. bireyin topluma sorumluluklarını yazarken, kendi evlatlarına karşı sorumluluktan kaçtı.
sartre, özgürlüğü ve bireysel sorumluluğu düşünce tarihine armağan etti ama özel hayatında manipülatif, sadakatsiz ve duygusal açıdan sorumsuz davrandı. simone de beauvoir'la ilişkisi bu çelişkinin örneğidir.
wittgenstein, dil ve mantık üzerine devrimsel analizler yaptı ama öğrencilerine şiddet uyguladı, öfkesini kontrol edemedi. o'nun için bir taşın düşmesi ile bir cinayet aynı şeydi. ikiside olguydu nihayetinde... russel'in anlatımına göre wittgeistein intahar etme fikri ile yaşamış ve bunu hemen birazdan yapacağını söylemiş sürekli. russel bu yüzden o'nun yanlız kalmasından, bunu yapabileceği için endişe etmiştir sürekli. bunu yapmaya teşebbüs etmedi muhtemelen ama bu düşünce ile yaşadı sürekli.
bu çarpık tablo yalnız filozoflarla sınırlı değildir. sanatçılar da bilginin ahlaka dönüşmediğini gösterir.
caravaggio bir dahi ressamdı ama kavga sırasında cinayet işledi, hayat kadınlarına düşkünlüğüyle anıldı. "çok yaşa ölüm" diyen barok sanatının kurucusu sayılan bu adam birden çok kişinin ölümüne sebep oldu (hemde hayat kadınlarına olan tutkusu yüzünden).
picasso, modern sanatın devrimcisi, sevgililerine psikolojik şiddet uyguladı.
poe, alkol bağımlılığıyla ve karanlık ruhsal çöküntüyle yaşadı.
van gogh'un sanatı çağları aşsa da, ruhundaki acı onu intihara sürükledi. sanat, sahibinin karakterini dönüştürmedi.
bilim insanlarının öyküleri daha da çarpıcıdır.
isaac newton, yerçekimi teorisiyle bilimin devrimini yaptı. ama aynı zamanda öfke krizleriyle, meslektaşlarına duyduğu kıskançlıkla ve paranoyaklığıyla tanındı.
alman dehası kepler, büyücülükle suçlanan annesini savunurken bilim insanı kimliğiyle batıl korkular arasında sıkışıp kaldı.
francis bacon, modern bilimin öncüsü sayılır, tümevarım metodunu sistemleştirdi. ama lord şansölyesi olduğu dönemde yolsuzluktan suçlu bulundu, rüşvet aldığı için mahkum edildi. bilimin dürüstlüğe değil, çıkarın hizmetine kayabileceğini kendi hayatında göstermiş oldu.
charles darwin, evrim kuramı insanlığa yeni bir ufuk açtı. ama "medeniyet" ile "ilkel ırklar" arasında hiyerarşi kuran ifadeleri, bilginin nasıl ayrımcılığı meşrulaştırabileceğini gösterir. bilimsel kuram, sömürgeciliğin ahlaki kılıfına dönüştü.
psikanalizin babası sigmund freud ensest'i savunurdu, dahası morfinmandı. karısını evde bırakıp baldızı minna bernays ile yaşadıkları okurların malumudur. öz annesi hakkında yazdıkları da çok enteresandır. çocuk davranışlarını dahi sex üzerinden açıklar kendisi. o'na göre şartlar kötü gider ve süreç uzarsa her insan hayvan gibi davranır. bir insan nasıl tüm insanlık için böyle bir yargıya varabilir? tabi ki ancak kendisinden yola çıkarak...
galileo galilei, teleskopla göğe bakan, kiliseyle çatışmaya giren kahraman gibi görülür. ama özel hayatında kibirli, katı ve alaycı biriydi. öğrencilerini küçümser, meslektaşlarını kolayca aşağılar, kendi doğrularına körü körüne bağlı kalırdı. düşünsel cesaret, kişisel tevazuya dönüşmedi.
yakın tarihte josef mengele'nin toplama kamplarında "bilim" adına insanları parçalaması, robert oppenheimer'ın atom bombasını geliştirip "şimdi ölüm oldum" diyerek yüz binlerin yok oluşuna tanıklığı, james watson'ın ırkçı sözleri, francis galton'un öjeni projesi, tuskegee sifiliz deneyinde yüzlerce siyahın tedavisiz bırakılması, bilginin etik zemin olmadan nasıl vahşete dönüştüğünü gösterir.
bilgi burada, insanı iyileştiren değil, acıyı derinleştiren bir güce dönüşmüştür.
siyasetçilerde de aynı çelişki görünür.
hitler, bilimi ırkçılığın hizmetine sokarak soykırım yaptı.
stalin, milyonları açlığa ve sürgüne mahkum etti.
mao, entelektüelleri yok ederek kendi "bilgi" sini tek dogma haline getirdi.
gandhi'nin erken dönem yazılarında siyahları aşağılayan ifadeler bulunur.
che guevara, özgürlük için savaştığını söylerken idam mangaları kurdurdu.
martin luther, reform hareketinin öncüsü. ama yaşlılığında yazdığı antisemitik metinler, yahudilere yönelik sert nefret söylemleri, düşünsel özgürlük ile nefretin nasıl yan yana bulunabileceğini gösterir.
bilgi, inanç ya da ideoloji, bu insanların çelişkili doğasını temizlemedi.
durum müslümanlığın parlak isimlerinde de farklı değildir.
hz. ali ile hz. aişe'nin ordularının cemel vakasında birbirine girmesi, binlerce kişinin ölümüne sebep olmuştur. dini bilgi, barış ortamını tesis etmekte yetersiz kalmıştır.
mevcut durum tarihimizi şekillendiren örnek kişiliklerde de farklı değildir.
fatih sultan mehmet, "nizam-ı alem" hatrına kardeş katlini yasallaştırmıştır.
mustafa kemal atatürk'ün otobiyografisini lord kingross ya da h. c. armstrong'tan okuyan biri okuduklarına hayret edecek hatta atatürk'ü tümüyle yüceltmiş ise okuduklarına inanmak istemeyecektir. rıza nur'a deli denmesi biraz da bundandır. iki dönem m. vekilliği yapmış bu zat, reisliğini mustafa kemal paşa'nın yaptığı ilk meclisin maarif vekili (eğitim bakanı) olmuş sonrasında sağlık bakanlığı yapmıştır. moskova anlaşması ve lozan müzakerelerine katılmıştır. yani mustafa kemal atatürk'te bilgi ile sınananlar arasındadır. kendisi gibi düşünmeyenlere neler yaptığı (bkz istiklal mahkelemeri) herkesin malumudur ama o'nu tümü ile yüceltmek isteyenler burada bir demokrasi ve özgürlük problemi olduğu görmek istemezler.
hristiyanlık "komşunu sev" öğretisine rağmen haçlı seferlerinde milyonların ölümüne engel olamadı.
engizisyon işkenceyi kutsal bilgi adına meşru kıldı.
budizm bile kast sistemini meşrulaştırarak eşitsizliği sürdürdü.
bütün bu tabloda tekrar eden şey şu; bilgi tek başına nötrdür. taşıyıcısı etik değilse, bilgi güç olur ama adalet olmaz. teknik kapasite yaratır ama bilinç olmadan bu kapasite yıkıma dönüşür.
bilgi çoğu zaman kibri ve manipülasyonu artırır, ahlakı ve erdemi değil.
tarihin tanıklığı açıktır; en büyük savaşlar en bilgili çağlarda yaşandı, en derin yalanlar en eğitimli ağızlardan çıktı.
bilgi insanı olduğundan daha iyi biri yapmaz; çoğu zaman daha etkili bir zalime dönüştürür. asıl mesele bilginin hangi bilinçle taşındığıdır.
çelişki görünür oldukça düşünme başlar. bu nedenle soru hala canlıdır; bilgi, insana erdem kazandırabilir mi, yoksa yalnızca zaaflarını büyütüp o'na daha büyük yıkımların kapısını mı açar?
bilgi insanın erdemli, adil ve medeni olması için yeterli olmadığına örnek, yukarıdaki isimler ile sınırlı değildir.
leibniz’in hukuk, mantık, matematik, metafizik, teoloji gibi çok farklı alanlarda çalışması onun bir polymath (çok alanlı bilge) olarak anılmasına yol açmıştır. binary system'i geliştirmiş, kalkülüsün gelişimine katkı vermiştir. ama bu çok yönlü bilgi birikimi, onu daha vicdanlı bir birey yapmamıştır. leibniz’in diplomatik çalışmaları arasında bazı savaş kararlarını meşrulaştıracak hukuki zeminler üretmeye çalıştığı da bilinmektedir.
bu da gösteriyor ki; bilgi, nerede ve nasıl kullanıldığına göre ahlaki sonuçlar üretir. leibniz'in bilgisi, bir barış projesi değil, bir güç aracına da dönüşebilmiştir.
mahatma gandhi, barışın ve pasif direnişin simgesi. ama yazdığı bazı yazılarda siyahları aşağıladığı, ırkçı ifadeler kullandığı bilinir. ileride bütün dünyaya eşitliği öğretmeye çalışan adam, kendi hayatında eşitlikten sapmıştı.
che guevara, sömürgeciliğe karşı direnişin sembolü oldu. ama devrimci mücadelede idam mangaları kurduran, muhaliflerini infaz ettiren bir insandı. özgürlük sloganı, baskıcı pratiklerle yan yana geldi.
ernest hemingway, amerikan edebiyatının en güçlü kalemlerinden. ama alkolizm, depresyon ve aile içi şiddetle anıldı; sonunda intihar etti. yazdığı kahramanlık ve cesaret öykülerinin aksine, kendi hayatı kırılganlık ve acıyla doluydu.
lev tolstoy, insanlığa sevgiyi ve şiddetsizliği anlatan bir yazar. ama evlilik hayatında sert, baskıcı, eşini mutsuz eden biriydi. ahlaki ideallerini aile içinde taşıyamadı.
fyodor dostoyevski ise kumar, yoksulluk, sürgün, epilepsi ve acıyla dolu bir hayat yaşamıştır. ama tam da bu nedenle, romanlarındaki karakterler çelişkinin ruhsal baskısını üzerinde taşırlar;
raskolnikov (suç ve ceza); bilgiyi üstünlük sayan ama sonunda vicdanla çöken bir figür
ivan karamazov (karamazov kardeşler); tanrının yokluğunu akılla temellendiren ama etik sorumlulukta kaybolan bir karakter (zaten tanrının yokluğuna delil arayan birinden ne beklenir ki)
smerdyakov; akılcı nihilizmin doğurduğu karanlık
prens myshkin (budala); saf ama gerçek ahlakın, toplumsal düzende bir "budala" ya dönüştüğünün ispatı
dostoyevski'nin romanları, bilgiye sahip ama ahlaki temeli olmayan bireyin nasıl karardığını açıkça gösterir. örneğin "yeraltından notlar" adlı eserinde, aydın ama tiksindirici bir karakter yaratır ve şöyle dedirtir;
"insan yalnızca rasyonel değildir... iradesi vardır ve bazen sırf kendine zarar vermek için en akılsız olanı seçer…"
bu cümle, bilim ve zekaya yapılan tüm övgülerin içinde duran çelişkiyi özetler.
lord byron, romantik şiirin simgesi. ama saplantılı ilişkileri, cinsel skandalları, borçları ve çöküşüyle de tanındı. sanatındaki özgürlük, yaşamında sorumsuzluğa dönüştü.
josef mengele, nazi doktoru. tıp bilgisi vardı, ama onu acımasız deneyler için kullandı. ikiz çocuklar üzerinde işkence niteliğinde deneyler yaptı. bilgi, erdem değil vahşet üretti.
james watson, dna'nın yapısını bulan ekibin üyesi. bilimin zirvesine çıkmıştı ama siyahların daha düşük zekaya sahip olduğunu söyledi. bilgi, ayrımcılığı yok etmedi; aksine besledi.
francis galton, darwin'in kuzeni, modern istatistiğin kurucularından. ama aynı zamanda öjeniyi (istenmeyen insanların doğumunu engelleme projesini) savundu. bilgi, yaşamı iyileştirmek değil, seçici baskı için kullanıldı.
bilgi ve bilginin türetilmesi hususunda ardından gelenlere ilham vermiş figürlerin öznel yaşantılarından yola çıkarak ortaya koyduğumuz çelişkiyi başka figürlerle uzatmak mümkün ama artık birazda modern toplumun yapısı ve bilgiyle kurduğu ilişki üzerinden konumuzu tartışalım. çünkü bireysel düzeyde olduğu kadar, toplumsal düzeyde de bilgi, insanı daha iyi, daha erdemli, daha vicdanlı bir varlık yapmamaktadır. aksine, bilgiyle birlikte gelen imkanlar, çoğu zaman insanın duyarsızlık, çıkarcılık ve vicdansızlığını büyütmektedir.
modern çağ, bilgiye ulaşmanın en kolay olduğu dönemdir. internet sayesinde tarih, felsefe, fizik, hukuk, teoloji, psikoloji, sosyoloji, bilim gibi tüm alanlara dair sayısız kaynak birkaç tıklama ile ulaşılabilir hale gelmiştir. fakat bilgiye ulaşmak, bilgiyi içselleştirmek ve ahlaki bir tutum geliştirmek anlamına gelmemektedir. bu bağlamda modern birey, bilgiye boğulmuş ancak anlamdan, erdemden, vicdandan kopmuş bir konumdadır.
örneğin epstein skandalı, modern dünyanın en çarpıcı toplumsal çürümelerinden biridir. çocukların sistematik olarak istismar edildiği bu suça akademisyenlerin, milyarderlerin, siyasetçilerin ortak olduğu belgelenmiştir. üstelik skandal tüm dünyaya duyurulmuş, isimler ifşa edilmiş ve davalar açılmıştır. buna rağmen, insanlık bu skandala kalıcı bir tepki vermemiştir. bu sessizlik, sadece bir kayıtsızlık değil; bilginin vicdana dönüşmediğinin açık bir göstergesidir.
https://tr.euronews.com/2024/01/04/jeffrey-epstein-davasinda-adi-gecen-isimler-aciklandi
harvard, princeton, mit gibi üniversitelerin akademisyenleri, nobel ödüllü bilim insanları, medya devlerinin yöneticileri, avrupalı siyasetçiler bu kirli listede yer almıştır. demek ki bilgi, prestij ve zekâ, insanı ahlaklı yapmaya yetmemektedir. çünkü bilgi, ancak anlamla, vicdanla, empatiyle, merhametle buluştuğunda iyiliği büyütür. aksi halde bilgi, gücün ve çıkarın hizmetine girer.
bireysel çöküşün toplumsal izdüşümleri daha da sarsıcıdır. modern insanın günlük yaşamı, tüketim kültürü üzerine kuruludur. tüketmek için çalışmak, çalışmak için daha çok kazanmak, kazanmak için rekabet etmek… bu döngüde bilgi; sadece kâr artırıcı, verim yükseltici, pazarlama becerisi sağlayıcı bir araçtır. empati, merhamet ve adalet gibi değerler ise pazarlanabilir olmadıklarından olsa gerek; önemsizleşmektedir.
özellikle gelişmiş ülkelerin ekonomik refahı, tarihsel sömürgecilik ve şiddetin üzerine kuruludur. belçika'nın kongo'daki katliamları, fransa'nın cezayir'deki zulmü, ingiltere'nin hindistan'daki açlık politikaları, ispanya ve portekiz'in güney amerika'da yerli halklara uyguladığı kıyımlar… bugün batı dünyasının ekonomik altyapısının bu zulümlere dayandığı belgelerle sabittir. ama modern insan vicdanını baskılamış, tüketmek ve eğlenmekle meşkuldür.
modern insan, sahip olduğu altın, pırlanta, teknolojik ürünleri, konforlu yaşamlar için bu tarihin üzerini örtmeyi tercih eder.
kanlı elmas (blood diamond) filmi, afrika'daki çocuk askerlerin madene sokulması, tecavüz, işkence ve sömürü gibi gerçek olaylara dayanır. ama birey, bu bilgilerden rahatsız olduğu için unutmayı, görmezden gelmeyi tercih eder.
bu noktada nassim nicholas taleb'in şu sözleri anlam kazanır; "information is not knowledge, and knowledge is not wisdom." bilgi artabilir, ama anlam yoksa bu sadece zihinsel yük olur. bilgiyle donanmış birey, vicdani ve ahlaki pusulası yoksa, daha etkili bir zalime dönüşebilir.
modern dünyada bilgi; afrika'daki çocuk emeği ile çıkarılan lityum sayesinde batarya üretir, ama bu sürecin sömürüsünü gizler. google, apple, amazon gibi dev şirketler, "dünyayı daha iyi bir yer yapma" sloganları atarken, veri sömürüsü, dijital bağımlılık, mahremiyet ihlalleri üretir.
modern insan, bilgi içinde boğulmuş ama anlamdan yoksun hale gelmiştir. ekran başında savaşı - ölümü izlerken kahve siparişi verebilen, açlıktan ölen çocukların haberini okurken tatil rezervasyonu yapan, bombalanan şehirleri görürken "iyi ki varsın yaz" temalı paylaşımlar yapan bir bilinç halidir bu.
ukrayna, gazze, yemen, rohingya, sudan gibi coğrafyalarda devam eden savaşlar, soykırımlar, iç çatışmalar… katliam milyonlarca insanın gözü önünde yaşanmakta ama çok azı bu zulme tepki göstermektedir. modern insan, adeta duyarsızlık çağında yaşamaktadır.
bunun nedeni bilgi eksikliği değildir; bilginin eyleme, anlamaya, sorumluluğa dönüşmemesidir. hatta bilgi arttıkça vicdan daha fazla baskılanmakta, birey kendini duygusal olarak izole etmektedir. çünkü bilmek, eğer harekete geçmiyorsan rahatsız edicidir. bu rahatsızlıktan kurtulmanın yolu da görmezden gelmek, bahane üretmek ya da ilgisiz kalmaktır.
epistemolojik gelişme, etik gelişmeyle paralel değildir. bilgi artıyor ama insan değişmiyor. hatta bilgiyi kendi çıkarları için kullanan insanlar çoğalıyor. epstein bir istisna değil; sadece gücü eline geçiren herkesin potansiyel bir zalim olabileceğinin göstergesidir.
gelinen noktada, bilginin insanı olduğundan daha iyi bir varlık yapmadığı açıktır. bilginin kendisi insanı erdemli kılmaz. empati, vicdan ve ahlaki duyarlılık olmadan, bilgi sadece manipülasyon aracıdır.
dolayısıyla bilgi çağında yaşıyor olmamız, insanlık olarak daha iyiye gittiğimiz anlamına gelmez. çünkü bilgi; ancak anlamla, ahlakla, empatiyle, vicdanla ve sorumlulukla birleştiğinde medeniyet doğurur. aksi halde, bilgi zulmün hizmetine girer ve insan, elindeki teknolojiyle doğayı, diğer canlıları ve nihayet kendi türünü yok eder.
bu bağlamda diyebiliriz ki: insanlık tarihi boyunca bilgi, insanı tek başına daha iyi bir varlığa dönüştürmemiştir. umut, bilgi değil; bilgelik, vicdan ve sorumluluktadır. bunun da bizim kendisine yüksek değerler atfettiğimiz tarihsel, teolojik, siyasal, felsefi ya sa bilimsel bilgi ile alakası olmadığı aşikar. görünen o ki; en zalimlerimiz bunları en çok bilenler...
ama insan olan biteni gözü ile görmesine rağmen bu durumu kabullenmez ve yorum ile teselli aramaya devam eder, her zaman yaptığı gibi;
https://mstbysl.blogspot.com/2025/05/karmasann-nedeni-bir-fiil-olaylar-degil.html
oysa hakikatin dahi şiddet doğurduğu objektif bir gözlemci için çok yalın bir gerçektir;
https://mstbysl.blogspot.com/2025/04/hakikat-siddet-dogurur.html
insanlığın konuşmak ve dolayısı uzlaşmak, iyi, erdemli, dürüst, vicdanlı olmak gibi amaçları yoktur.
olduğunu iddia etse dahi bunlar sadece söylemdir. realitede karşılığını görmek neredeyse olanaksızdır.
özellikle çok bilenlerde görmek imkansızdır...
https://mstbysl.blogspot.com/2025/05/insan-konusarak-anlasan-dusunenerek.html
...