insan zihni, kendisine yöneltilen sorulara verdiği tepkilerle kişiliğini, dolayısı ile düşünsel haritasını (düşünme becerinin olup olmadığını) resmeder.

bir soru, yalnızca bilginin sorgulanması değil, aynı zamanda muhatabının zihinsel, etik ve duygusal durumunu da yansıtabilir. öyleyse, bir sorunun neden dirençle karşılandığını, neden bazı bireylerin sorulara karşı sert (dogmatik) tepki verdiğini ve neden bazılarının daha sakin (tarafsız) yanıt ürettiğini anlamak, insanın düşünsel ve psikolojik yapısını incelemek açısından önemlidir.
basit bir örnek; bir teknisyene "teknisyenler puan kapmak (başarılı izlenimi vermek) için dalavere yaparlar mı, yaparlarsa ne kadar yaparlar?" diye sorulduğunda, bu soruya verilen tepki teknisyenin kendisiyle ve mesleki duruşuyla doğrudan ilişkilidir. eğer teknisyen, mesleğini tutkuyla icra eden, etik değerlere bağlı, inovasyon ve çözüm odaklı bir bireyse, soruya büyük olasılıkla şöyle yanıt verecektir;
"teknisyen işini tutkuyla ve gayretle yapar, böyle hilelere başvurmaz. başarı, teknisyen için zaten işini düzgün yapmakla kendiliğinden gelir."
ancak, işlerini mesleki tutku ve dürüstlükten uzak bir şekilde yürüten bir teknisyen, bu soruyu doğrudan kişisel bir saldırı olarak algılayabilir ve savunmacı bir tepki verebilir;
"sen nasıl böyle konuşuyorsun? biz ne zaman böyle bir şey yaptık? bunu söyleyerek ne demeye çalışıyorsun?"
burada dikkat edilmesi gereken nokta, sorunun tarafsız doğasına rağmen muhatabın bu soruya verdiği yanıtın, onun iç dünyasıyla ve mesleki duruşuyla doğrudan ilgili olmasıdır. kendisinden emin olan bireyler, soruları bir tehdit olarak algılamazken, kendi etik duruşundan (kendi potansiyelinden) şüphe edenler soruları kişisel bir saldırı olarak yorumlayabilir.
aynı problemi genişletilmiş bağlamda sosyal, dini ve politik tepkiler üzerinden ele aldığımızda "insanlık gelişiyor mu yoksa zamanla geriliyor mu?" diye yeni bir soru ortaya çıkacak ama özgürce düşünebilenler karşısına yanıt vermesi çok zor sorular çıkacak (belki de evrensel kabulleri yerle bir olacak) diye soru sormaktan yani düşünmekten vazgeçmezler...
ele aldığımız fenomen yalnızca standart meslek grupları ile sınırlı değildir. tarih boyunca dini, siyasi, bilimsel ya da ideolojik inançlara yönelik sorular da benzer tepkilerle karşılanmıştır. bir bireyin ya da grubun, savunduğu fikre dair yetersiz (yada çelişkili) kanıya sahip olması, sorulara karşı savunma mekanizmasını devreye sokar. burada önemli olan, bilginin eksikliğinin (yada kişisel-psikolojik-sosyololik problemlerin) soruyu bir saldırı gibi algılamaya sebep olmasıdır.
örneğin, bir siyasi figür veya partiye dair eleştirel bir soru yöneltildiğinde, gelen tepkiler genellikle iki uçta şekillenir;
1 - objektif ve dolayısı ile tarafsız olup tüm siyasiler üzerine düşünme cesareti olanlar soruları nesnel bir şekilde ele alır ve rasyonel yanıt üretirler yada üretmeye gayret ederler.
(böylesi düşünen şahıslar tüm siyasilerin eksileri ve artıları hakkında özgürce konuşabilirler. savunma yapmaları yada savaş vermeleri gerekmez.)
2 - ideolojik-duygusal bağlılığı olanlar (bağımlı yani özgür olmayanlar) kendi ideolojilerine yöneltilen soruları direk saldırı olarak algılar ve düşünmeye cesaret edemezler.
(böylesi bireyler, tuttuğu parti yada idolü olan kişiler (ideolojisi) hakkında sorulan aykırı sorulara tahammül edemez, soruyu saldırı olarak algılar ve savunmaya geçerler en iyi ihtimalle. genelde karşı saldırıya geçerler maalesef 🤭)
bağlamı biraz daha genişletip bu durumu şu tür sorular üzerinden sosyolojik bir analiz olarak resmedebiliriz;
- ekonomi ve ahlakın (yada etiğin) 20 yıllık gerileme grafiği ortada iken (bu durumu görmezden gelen birini dikkat almaya gerek yok), erdoğan’ı yeniden iktidara getirmek için mantıklı bir gerekçe var mı?
20 yıldır adım adım zenginler daha zengin fakirler daha fakir hale geldiyse, toplumsal eşitlik ve adalet her geçen gün ulaşılamaz hale geliyor demek yanlış mı?
- imamoğlu, istanbul’daki hangi sorunu çözdü de (çözemediği gibi basına açık bir soru cevap programında; bazı yaşanan problemleri yalanladı, seçim öncesi verdiği vaadlerin bir kısmının yalan olduğunu itiraf etti, bazı vaadlerini ise hatırlamadığını söyledi 😁. istanbulda kaos olduğu sırada tatile gitmesi bahsi diğer) ülke sorunlarını çözebileceği düşünülüyor?
-ülkeyi yönetmesi için halkın seçtiği vekiller ve seçim yapan insanlar hangi niteliklere sahib olmalı? örn; platon devlet adlı eserinin 6. kitabında gemi alegorisi üzerinden devlet kadrolarının ve seçimin nasıl olması gerektiğini resmetmeye çalışır. gemi kaptanı; zorunlu olarak gemi mekanizması, mürettebat olduğu için sosyoloji, psikoloji ve anatomi, gemi doğada yol aldığı için doğa bilgisi, gemi limanlara girip çıktığı için uluslararası ilişkiler konusunda eğitimli olmak zorundadır... gemi yol alırken kaptan ölürse yerine oğlunun - yeğeninin - vekilinin atanması söz konusu olmadığı için seçim yapılmalı yani kaptan olma niteliklerine sahip olduğunu iddia eden kişiler aday olmalı ve mürettebat aralarından bir seçim (demokrasi - tartışma - düşünme) yapmalıdır. ama mürettebat, kaptanın nitelikleri konusunda eğitimli değilse nasıl adaylardan daha yetkin - eğitimli olanını seçebilir ki?
- allah sever, allah korur, allah yardım eder diyorsunuz ama neden allah’sız toplumlar daha güçlü ve başarılı görünüyor?
- kur'an (yada kuran çevirileri), bir yerde "allah saptırır", diğer bir yerde "allah hidayet eder" diyor. bu bir çelişki değil mi?
- ister hristiyanlık, ister yahudilik, ister müslümanlık farketmeksizin eldeki dini açıklamalara bakıldığında tarih boyunca tüm dinlerin zibilyon tane yorumunun yapıldığını görmek mümkün. yorumların farkları mezhepleri (her dinde onlarca hemde) ortaya çıkarmış. hiç bir yorum bizim için sorun değil ama şimdi biz yeniden yorumlayıp aykırı bir anlama ulaştığımızda bu neden sorun oluyor ki bazıları için? nihayetinde insan doğası gereği biz de dinsiz felan değiliz. sadece ∞ tane olan din yorumuna bir yenisini ekliyoruz.
∞+1=∞ olduğuna göre bizim yorumumuz istediği kadar aykırı olsun, bu neden sorun oluyor ki bazıları için?
- bilim ve teknoloji insanlığın kurtuluşu deniyor ama bilim ve teknoloji doğayı ve canlılığı tehdit eden en temel unsur değil mi? egzos gazı soluduğumuz gerçek değilde bir yanılsama mı acaba? ilaç şirketleri her geçen gün büyüyor (dahası bazı ilaçlar öldürüyor galiba) ama hastalıkların sayısı artıyor iken dso'nun insan sağlığına olumlu katkısı olduğunu söylemek çelişki değil mi?
her yeni yıl ilaç şirketleri büyüyor (hatta büyüme hedeflerini kendi sitelerinde paylaşıyorlar) ise her geçen yıl hastalıklar artıyor demektir (ki realite ortada, artıyor - yenileri türüyor) ve dolayısı ile bilim ve teknolojinin insanı tedavi ettiğini (sağlıklı kıldığını) iddia etmek realite ile çelişen bir söylem değil mi?
her geçen gün doğayı yok ediyor her yeri beton ve demir yığınları haline getiriyoruz. dünyayı doğasından koparmak canlılığı yok eden bir yaklaşım değil mi? (bkz son 100 yılda yok olan canlı türleri ve ekosistem)
bilim doğa ve dolayısı ile canlılığı yok eden sadece bir slogan mı acaba?
- bazıları için şu an dahi en ideal yönetim biçimi olan devleti osmaniye yasası olan kanuni esasinin 5. maddesi insan aklı ve onuruyla ve hatta islam dini ile çelişen bir durum değil midir? nihayetinde padişahta insandır, ölümlüdür ve ölmüştür. onun nefsinin gayri mesul ve muhakkes olması akıl ve mantık açısından (dahası kuran açısından) imkânsızdır. kuran açısından kuddus olan allah'tır... yanılıyor muyum acaba?
kanuni esasi (1876) madde 5.- zatı hazireti padişahinin nefsi hümayunu mukaddes ve gayri mesuldür...
- mutlak monarşinin çöküşünden sonra 1971 de oluşturulan fransa'daki ilk yazılı anayasayı benimseyen türkiye cumhuriyeti kurucu kadroları neden fransızlar 2 sene sonra (1793) bu anayasayı baştan aşağı güncellemesine rağmen yıllarca olduğu gibi benimsemeye devam ettiler?
yazan yazdığından 2 yıl içinde vazgeçmiş (öyle olması gerekiyordu çünkü ihtilal sonrası alel acele yazılmıştı bu anayasa) biz onu 1961 e kadar benimseye devam etmişiz. burada mantıksal bir problem yok mu acaba?
fransız anayasasının kanuni esasiye nazaran, insan onuruna yakışan taraflarının olması bahsi diğer... (slogandan öteye geçememesine rağmen)
1921 anayasası madde 1.- (özgün hali) hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir...
-demokrasinin en ideal yönetim biçimi olduğu iddia ediliyor. parmak kaldırma yöntemi ile sağlam ideallere ulaşmak ne denli mümkündür? eğitimli olup olmadığına bakmaksızın çoğunluğu dikkate alarak karar almak sürüye uymak değil midir özünde? dahası dünya üzerinde demokrasi ile yönetilmesine - seçim yapmasına rağmen kendi kendini yöneten bir toplum göremedik daha 🤭... bundan iyisi var mı yok mu bahsi diğer ama burada bir sorun yok mu sahi?
sorular, düşündürmek içindir, sadece düşünmek. eylemek (düşünceyi eyleme taşımak) düşünmekten sonra gelebilir yada olanaksız olabilir. bu bir bahsi diğer ama düşünmek her halukarda mümkün olmalıdır.
ancak sorular ve sorulara verilen tepkiler, muhatabın düşünmesinin mümkün, ne kadar sağlam veya kırılgan olduğunu gösterir. bir kişi ya da toplum, soru sormaya korktuğunda ya da sorulara açıklıkla yanıt veremediğinde ya da savunmacı bir tutuma büründüğünde, aslında içsel bir çelişki yaşadığı ortaya çıkar.
soruların tabu haline gelmesi ve düşünce özgürlüğü...
düşüncenin konusu olmayan her şey, bir tabu ya da dogmadır. özgürce soru sorabilen ve sorulara açık olmak, düşüncenin ve bilginin gelişimi için olmazsa olmazdır. kalabalıkların sorular karşısındaki refleksi incelendiğinde, ateist, dindar, sosyalist ya da herhangi bir ideolojinin mensubu olan insanların da bir noktada dogmalara sarıldığı görülür. bu dogmalara sarılma hali, sorulara karşı sert tepkiler doğurur. çünkü dogmalar, sorgulanamaz olarak kabul edilen inançlardır (yani insanlar ateist olduğunu iddia etse dahi inançlıdır bir bakıma).
otun ağacın kedinin köpeğin bilgisi düşüncesi hayalleri kavramları değerleri idealleri, geçmiş ve gelecek hakkında değerlendirmeleri yani çözümleme yetisi olmamasına rağmen insan genellikle kullanmamayı seçmesine rağmen bu yetiye sahiptir. bir arabanız var ama kullanmıyorsunuz... ne kadar acı bir durum. özürlü olmalı muhtemelen araç sahibi. eli kolu ayağı ya da gözü yoktur herhalde 😢
soru sormak; bilmenin, öğrenmenin, çözümlemenin en temel yöntemidir. ama toplumlar, bireyleri düşünmek yerine inandıkları şeylere sıkı sıkıya bağlanmaya yönlendirdiğinde, sorulara verilen tepkiler duygusal ve savunmacı bir hal alır. insanlık tarihi boyunca, bir ilerleme olmuşsa bu ilerleme sorularla mümkün olmuştur. bu yüzden, hangi konu olursa olsun, soruların özgürce sorulması ve özgürce cevaplarla değerlendirilmesi gereklidir.
sonuç; sorulara karşı direnç neden oluşur?
sorulara karşı gösterilen direnç, bireyin ya da toplumun entelektüel yeterliliğiyle doğrudan ilişkilidir. bilgiye ve düşünceye açık olan bireyler ve toplumlar, soruları bir tehdit olarak değil, bir fırsat olarak görür. bilgi eksikliği dogmatik bağlılığa, kişisel (zihinsel) problemler ise soruları bir saldırı olarak algılamaya yol açar.
bu noktada kritik soru şudur; sorgulamaya ve düşünmeye cesaretimiz var mı? yoksa soruları, kendi inanç sistemimize yönelik bir tehdit olarak mı görüyoruz? gelişim ve ilerleme, bu sorulara vereceğimiz dürüst yanıtlarla şekillenecektir...
dahası, yukarıda yaptığımız çözümleme doğru ise bu çözümlemenin sonunda karşımıza çıkmasının muhtemel olduğunu varsaydığımız soru ile yüzleşmek durumundayız. insanlık gelişiyor mu yoksa geriliyor mu? bilgisayar ve telefonlar tabi gelişiyor ama insan bilinci burada konu ettiğimiz mesele. her yeni gün yeni yeni dogmalar ürettiğimizi ve cesaretimizin değil de endişe ve korkularımızın arttığını dikkate alırsak radikal olsa dahi bu soruya yanıt vermek çok da zor değil aslında. ama tabi özgür bir bilinç, cesaret, objektif olmak, kalabalıklara, genel kanılara rağmen düşünebilmek gibi parametler söz konusu... ☑️