insanlar neden adil değil yada adil olmaya çalışmıyorlar?
adalet sembollerinin tümünde teraziyi elinde tutanın gözleri her zaman bağlıdır. çünkü adalet herkes içindir. kişi seçmez-seçemez adil olan yada adaleti tesis etmeye çalışan kişi...
üstteki soruyu cevaplarken, insanlığın temel düşünce yetisinin nasıl şekillendiğini ve duyguların aklı ne şekilde gölgede bıraktığını incelemek gerekir.
insan; iştah, şehvet, öfke ya da arzu gibi yoğun duyguların kontrolü altında kaldığında, sağlıklı düşünebilmesi güçleşir (çoğu zaman olanaksızdır).
aklın gerçek bir kuvvet olarak ortaya çıkabilmesi için, insanın iç dünyasındaki duyguları kontrol altına alması (yok etmesi değil kontrol etmesi) elzemdir. çünkü insan davranışlarını yöneten duygular faal olduğunda, aklın etkinliği devre dışı kalır. oysa akıl faal hale geldiğinde, duygular tamamen yok olmamakla birlikte insan duygularını yani iradesini ve davranışlarını kontrol eder hale gelir.
adalet, herkesin hakkettiğini aldığı, bireysel beklentilerin ötesinde, evrensel (yada toplumsal) düzene dair bir ifadedir. bu düzen, kişisel acı ve öfkenin ötesine geçerek, toplumun ortak yararını ve birlikteliğinin barış içinde sürülebilirliğini gözetir.
buna karşın, intikam; kişinin derin yaralarından beslenen, öznelliğin ve yoğun duygusal tepkilerin bir yansımasıdır. örneğin, bir cinayet vakasında, mağdur ailenin hissettiği acı ve öfke, intikam arzusunu tetikleyebilir. fakat toplumun ortak iyiliği ve düzeni gözetilerek verilen mahkeme kararları, kişisel duyguların ötesine geçip, toplumsal barış ve düzeni tesis etmeyi hedefler.
bu noktada, adalet her canlının hak ettiği saygıyı ve eşitliği sağlama arzusundan doğar. gerçek adalet, yalnızca bir bireyin intikam arzusunu tatmin etmekten ziyade, tüm toplumun yararına hizmet eden evrensel ve tarafsız bir normdur.
örneğin, adalet sistemi içinde yer alan rehabilitasyon yaklaşımları, suçlunun yalnızca cezalandırılmasından ziyade, topluma yeniden kazandırılmasını amaçlar (özellikle maktul yakınları katilin cezaevinde dahi olsa yaşıyor olmasına intikam duygusunun baskın gücü sebebi ile tahammül edemez genelde).
bu yöntem, intikam duygusunun yarattığı yıkımın önüne geçilmesini hedefler; çünkü mağdur ya da mağdur yakınları, yaşadıkları öfke patlaması sonucu adaletten ziyade intikam isterler. suçluya verilen cezalar genelde mağdur ya da yakınlarının beklentilerini tatmin etmekte yetersiz kalır.
oysa ceza sistemi, can yakmayı ya da intikam almayı amaçlamaz. aksine, toplumsal düzen dikkate alınır ve suçlu dahi insan olarak düşünülür.
suçlunun hapsedilmesi, yalnızca onun canının yanması için değil, aynı zamanda kendisine daha fazla zarar gelmemesi için öngörülür. yani, mahkeme kararları, suçluyu dahi göz önünde bulundurarak toplumsal barışı esas alır. ancak mağdur ya da mağdur yakınları, yoğun öfkelerinin etkisiyle durup düşünmeyi yani toplumsal dengeyi kavrayamazlar.
bireysel düzeyde garip bir şekilde, adalet dendiğinde çoğu zaman adalet kelimesi ile intikam kastedilir. insanların ağzından kelimenin adalet şeklinde çıkması önemli değil, o kelime ile talep edilen beklenti, kelimeye yüklenen anlamı ortaya koyar. adalet diyenlerin sadece öznel bir beklentiyle yola çıktığını düşünürsek, öznel olduğu için intikam istiyor ama bunu adalet kelimesi ile resmediyorlar dediğimizde yanılıyor olmayız.
mağdur olanlar ya da acı çekenler, yaşadıkları mağduriyetin karşılanmasını ya da kendilerine acı çektirenin aynı ya da daha fazla acı çekmesini dilerler. oysa bu beklenti, adaletin sağlanmasından ziyade intikam isteğinin bir göstergesidir. yani menfaate dayalı, kişisel çıkarların ön planda tutulduğu bir yaklaşımdır.
benzer bir durum, sevgi ilişkilerinde de gözlemlenir. menfaatler karşılandığı sürece sıradan insanlar diğerlerini severler. fakat sevdiklerinizin sizin inandığınız değerleri sorgulaması, farkında olarak ya da olmadan aşağılama şeklinde tezahür ederse, sevgi yerini öfkeye bırakır.
demek ki, sevgi beklenti ile doğru orantılı olarak şekillenir, yani menfaate dayalıdır.
aileden olmayan biri yaşamınıza pozitif yönde katkıda bulunmuyorsa, onu sevmek zorlaşır. hele ki negatif etkisi olan birini sevmek neredeyse imkânsızdır.
bu durum, sevginin menfaatlerle doğrudan ilintili olduğunu gözler önüne serer. aile gibi, aidiyetin kanla mühürlendiği ilişkiler farklı bir boyuta sahip olsa da, aile içinde dahi sevgi çoğu zaman baki değildir.
sevdiğiniz kişinin, sizin sevmediğiniz ya da tahammül edemediğiniz davranışlar sergilemesi durumunda, her şey yolunda giderken bir anda sevgi öfkeye dönüşür.
konumuza dönecek olursak, adalet ile intikam arasındaki ayrım, birinin insan aklına ait bir değer, diğerinin ise insanın hayvani tarafının kendisinden kaçınamadığı bilinç dışı bir saplantı olmasıdır.
adalet, herkes için geçerli olan, bireysel çıkar ve acıların ötesinde, ortak yaşamı koruyan (yada mümkün kılan) bir anlayışı temsil ederken; intikam, çoğunlukla bireysel hüsran ve acıların yansıması olarak ortaya çıkar.
bu farkındalık, ne yaşarsak yaşayalım adaletin evrenselliğini koruyabilmek için intikam arzusunu, yani duygularımızı aşmamız (ya da kontrol edebilmemiz) gerektiğini bize hatırlatır.
dolayısıyla, sıradan bir sevgi anlayışının dahi menfaate dayalı olduğunun bilincinde olan aklı başında bir insan, konu ne olursa olsun duygularını kontrol altına almalı ve menfaate dayalı sevgi ile intikam benzeri duygulardan mümkün olduğunca kaçınmalıdır.
böylece, adalet ve özgürlük gibi evrensel değerler yaşamında yer bulabilir.
aksi halde, bencil bir sevgi ya da intikam duygusu içinde mutsuz bir yaşamın eşiğine düşülür.
dahası, duygular bu denli yoğun yaşandığında, insanın sağlıklı düşünmesi hatta düşünmesi bile söz konusu olmayabilir...