varlık yok iken, allah neye "ol" dedi acaba? (bunu nasıl dediği bahsi diğer)
kun fe yekun (كُنْ فَيَكُونُ) ifadesi kadar üzerinde tepinilen kaç ifade biliyorsunuz? (bu duruma maruz kalan çok ayet var ama bunun yeri ayrı)
bu ifadenin anlamını ortaya koymak için yapılan yorumların haddi hesabı yok. dileyen dilediği kadar yorum yapsın tamam da, acaba kuran bu ifade ile (beraber - bağlamında) muhataba ne anlatıyor?
quantum effect bağlamında dahi ele alınmış bu ifade. yani insan bilinci tüm tuşlara basmış bu ifadeye anlam atfetmek için.
https://www.risalehaber.com/zafer-karli-risale-i-nurda-kun-fe-yekun-ve-kuantum-teorisi-25368yy.htm
tamam da, acaba biz bu ayete anlam tayin etmesek te, mevcut anlamını tespit etmeye gayret etsek (anlamını kuran'ın kalanından tespit etsek) olmaz mı?
kuran'ın kalanında bu ayetin karşılığını-anlamını aramadan evvel çeviriyi ele almak gerek.
كُنْ فَيَكُونُ ifadesi "ol dedi oldu" mu demek sahiden?
yekunu يَكُونُۜ fiiline "oldu" anlamı verilemez. fiil "kane كَانَ" olsa idi, mazi fiil anlamı (oldu) verilebilirdi, oysa "yekunu يَكُونُۜ" muzari fiil...
yani "oldu" değil, "oluyor" yada "oluşuyor" şeklinde şimdi ve geleceği içine alan bir fiil kalıbı bu.
dahası "kun fe yekunu" ifadesindeki "fe" فَ anlama hiç yansıtılmıyor meal ve tefsirlerde.
fe ve summe zaman ifade eder, fe kısa süreli zamansal geçişleri, summe ise uzun zamansal geçişleri ifade eder şeklinde iki edatın üstünden, düşünmeden hızlıca geçip gidilir.
tamam da, birbiri ile alakasız zamansal geçişler kısa süreli olsa ne ifade eder uzun süreli olsa ne?
oysa "fe" فَ için fa'i sebebiye denir aynı zamanda. yani fe evet ard arda gelişen kısa vadeli olayları anlatır ama sebep sonuç bildirir en temelde (şart cevap cümlelerinde dahi).
zaten sebep sonuç ilişkisi yoksa rastgele olayların ard arda gerçekleşmesi kime ne ifade eder ki?
tertip (1-2), sebep (3) olarak kullanıldığı yerlerde hep sebep sonuç ilişkisini ifade eder fe edatı.
çalıştım kazandım... kazanmış olmamın sebebi çalışmış olmam...
şartın cevabı (4) şart cevap üslubu olmakla beraber şarta bağlanan sonucu (burada sebep bir şart) bildirir.
allahı seviyorsanız, bana uykunuz...
"sana ne sebeple uyalım?" sorusuna bu cümleye bakarak verilebilecek yanıt "allahı seviyor olmamızdan dolayı-sebeple" olmalı.
tekid (5) teki ayet mealini geçelim. ayetteki fe edatını dikkate almış olsalardı bu ve benzeri mealleri yapamazlardı.
6 sebep, 7 direk sonuç bildiren örnekler içeriyor.
failin değiştiğini gösterdiği yerde (8) dahi sebep sonuç ilişkisi var. halit kralı ziyaret etmemiş olsaydı, kral halit'e ikramda felan bulunamazdı.
zaid olduğu yerde (9) de sebep sonuç ilişkisi var. dışarı çıkmamış olsa aslanı nasıl görmesi mümkün olacaktı?
istinafiye (10) olduğu söylenen yerde bizim ele aldığımız ayet meali var. istinaf zaten sebep ve sonucu bir başka açıdan ele alan meani ilminin bir konusudur ama detaylı bir mesele.
bkz https://islamansiklopedisi.org.tr/istinaf--belagat
mesele muhtemelen boş bir mesele değil ama biz bu ayeti anlamaya çalışırken buna gerek olacağını sanmıyorum.
kuran gibi bir metin summe dediğinde dahi önceki ve sonraki ifadeler arasında muazzam bir ilişki ortaya koyar. aksini iddia eden kuranın birbirinden bağımsız/akakasız sözleri anlamsızca ard arda dizdiğini iddia etmiş olur, ki bunu bir mümin yapamaz.
o halde fe gördüğümüz yerde ilk anlamamız gereken sebep sonuç ilişkisi olmalıdır (fe edatının geçtiği ayetlere bu açıdan bakıldığında bu durumun görülmemesi bizce olanaksızdır).
o halde; "kun fe yekun" ifadesi "kun sebebi ile yekunu olmasını-oluşmasını" ifade ediyor olmalıdır.
"kun كُنْ" emir fiildir "ol" demektir evet ama en temelde bir irade beyanıdır bu.
bu irade beyanı sebebi (fe) ile oluşum (yekunu) gerçekleşmelidir - gerçekleşecektir.
peki bu ayet varlığın meydana gelişini yada bir başka ifade ile ontolojik başlangıcı anlatıyor olabilir mi?
varlık nedir? koklayıp dokunabildiğimiz yada görüp işittiğimiz şeyler ise bunlar varlığın kendinden ziyade bizim zihnimizin ürettiği zihinsel belirlenimlerdir.
ahşap masa ve sandalyeler, masanın üstünde çim görünümlü sentetik bir masa örtüsü, örtü üzerinde çiçek görüyoruz değil mi? oysa bir miktar odun ve plastik malzemeye birileri şekil vermiş hepsi bu. oduna verilen şekil zihnimizdeki masa ve sandalye imgesi ile eşleştiği için baktığımızda masa ve sandalye gördüğümüzü söylüyoruz.
yani oradaki şey bizim ona baktığımızda gördüğümüz şey olmak zorunda değil.
düşünsenize odundan yapılmış bu şeyin masa ve sandalye olup olmadığı üzerine düşündük mü hiç? bize böyle dediler ve benimsedik hepimiz....
hatta ağaç parçalarına odun demişler ve bu işe yaradığını söylediler kabullendik. belki de keşfedilmemiş sınırsız bir enerji kaynağıdır odun ve adı da odun değil calfatyumdur.
bunun böyle olmadığını nerden bilebiliriz ki? hiç durup düşünmedim şahsen. ezberletildi her şey. bende baktığımda ezberlettikleri neyse onu görüyorum.
optik konulu çalışmalar der ki, gözümüz renkler dışında hiç bir şeyi algılayamaz. o renklerin örüntülerine hazır bulduğumuz kelimeler ile isim veren biziz. hatta biz dahi değiliz, bizden önce bu yapılmış biz sadece kullanıcı durumundayız.
sentetik masa örtüsü yada çiçek içinde durum benzer şekilde. plastik bir nesne var karşımda hepsi bu. hatta ona plastik demem dahi onunla alakalı değil. öyle öğretildi bana.
çiçek dediğim şey bitki aslında. güzel kokunun bu olduğu çocukluğumdan beri kafama kazındı. yoksa güzel göreceli bir kavramdır. dünyanın her yerinde güzel değişir.
benim annem, babam ve çevrem çiçek güzel kokar dediği için çiçeğin yakınında nefes aldığımda algıladığım farklı kokunun güzel koku olduğunu varsayıyorum. hatta varsayımdan öte durup düşünmeksizin böyle kabulleniyorum bunu.
yani varlık dışarda benden bağımsız bir şey iken, duyularım onlardan bir takım veriler algılıyor, bilincim bu algılanımları daha önce kendileri ile eşleştirilmiş - bana ezberletilmiş kelimeler sayesinde eleştirip, bir dünya yaratıyor.
o şekildeki tahta parçalarına masa ve sandalye denmiş bir defa yapacak bir şey yok, bende bunu diyeceğim. ama onların hakikati masa mı, tahta mı, odun mu, ağaç mı nerden bilebilirim? bu tanımlar olmadan yapamıyorum ama hakikatine vakıf olmam da olanaksız. isterseniz en küçük parçalarına (quantum düzlemine kadar) ayırın... (quantum sanrısı üzerine de yazacağım nasipse)
gözlerimin algıladığı tek şey onların renklerinin diğerlerinin renklerinden (ışımasında) farklı olması. gözüm bundan fazlasını yapamaz ki. gözüm masayı nasıl görsün. bu renk kümelerine masa - sandalye diyen bizim bilincimiz. oysa hepsi bir yanılsama olabilir. nihayetinde tv ve bilgisayar ortamında gerçek olmadığını bildiğimiz ama bu masa ve sandalye gibi görünen onlarca şeyi gözlerimiz ve hatta çoğu zaman zihnimiz aynı şekilde algılıyor. algı, ele aldığımız konu bağlamında kilit bir kelime ama bahsi diğer.
allah varlığı şöyle yarattı, böyle yarattı, şu sesi şöyle çıkardı, böyle çıkardı, ses ondan çıkmaz aslında ama önce ses vardı, varlığın yokluktan zuhur etmesi, hiçliğin potansiyeli, enerjinin salınımı yasası, quantum, ses, vb gibi yorumlaması mümkün ama hakikatinin kavranması neredeyse (muhtemelen) mümkün olmayan ve asırlardır üzerinde tepinilmesine rağmen hiç kimseye bir şey demeyen izahlar yerine kuran'ın kalanına bakıp, bu (kun fe yekunu) ifadeyi kuran'dan anlamaya çalışsak olmaz mı?
kurana bakalım ve bir oluşum tespit edelim mesela. aimran 47 ve 59 bağlamında isa ve adem ile başlayan süreci anlatan oluşum (yekunu) neden olmasın bu ayetin kastettiği?
enam 73 de essemavat ve elard için oran belirlendiği (halaka) söyleniyor. ayetin devamındaki "kun (fe yekunu)" neden bu başlangıç ve onların sürecini (yekunu) anlatıyor olmasın?
(essema ve elard'ın akılsız varlıklar olması düşünülemez. fussilet 11 meallerinde dahi "isteyerek veya istemeyerek gelin" dendiği görülüyor onlara. hem bu ifadeler hem اتي ety fiili onların akıllı ve iradeli varlıklar olduğunu ortaya koymaya yeterli. essemavat, essema'nın kendine münhasır bir cüzü olsa gerektir. ama kimler olursa olsun nihayetinde akıllı varlıklardır.)
ilgili ifadenin (kun fe yekunu) geçtiği her yerde yekunu yani oluşum söz konusu olduğu açık ama bu oluşum neden sürekli elementer yada biyolojik bir zemine çekiliyor?
anlaşılan o ki, varlığın bu cüzü (elementler ya da nesnel düzeyde var oluş) bilinen en büyük soru ve herkesin merak konusu. dolayısı ile insan elini neye uzatsa bu sorunun yanıtı aramış orada...
ilk yaradılışa dair sorular büyük yada küçük, anlamlı yada anlamsız (belki de ahmakça) herkesin ilgisini çekiyor tamam ama ilgili ifadeyi (kun fe yekunu) buraya çekince ifadenin içini kuran değil de hayallerin doldurduğunu görmemek mümkün değil.
en temel meselenin varlığın yaratılışı olduğunun varsayılması dolayısı ile kuran'ın ayetlerini, kuran'ın kendisinin açıklamasına izin verilmemiş. hatta anlama noktasında hiç yoruma gerek olmayan ifadeler dahi yorumlar içinde kaybolmuş.
örneğin ankebut 20 ayeti şöyle çevriliyor;
erhan aktaş meali; yeryüzünde gezip dolaşın da ilk yaratışın nasıl olduğuna bakın...
bu ayete evrim ayeti diyeni mi isterseniz, ayetten tarihteki ilk akıllı iradeli varlığın nasıl yaratıldığının nasıl anlaşılması gerektiğini açıklamaya çalışanlar mı?
meali doğru kabul edelim bakalım bu ifade neye bakın diyor
yeryüzünde gezip ... bakın.
nazar gözün görmesi değil, gözün gördüğü şeyin anlaşılmasıdır ama basir (basiret denir hani) gibi görünen şeyin sebeplerini sonuçlarını ve anlamını ortaya koymaya yönelik kapsamlı bir bakışta değildir bu. bakıp görecek, neye baktığını bileceksin...
فَاِنَّ اللّٰهَ بِمَا يَعْمَلُونَ بَص۪يرٌ (enfal 39) daki kullanıma benzer çok fazla basir kullanımı vardır, ki bu kavram yüksek bir ilmi zorunlu kılar ama nazar öyle değildir. (bu iki kavram geçtiği ayetler bağlamında çok daha fazla şey ifade ediyor ama benim bunların tümüne vakıf olmam mümkün değil)
ama şurası net ki; ankebut 20. ci ayet, gören ve gördüğünün ne olduğunu bilen (yüksek bir ilme gerek olmaksızın gören) bir gözün ilk (bu ilk şimdi) yaratılışı baktığında göreceği yönünde. yeryüzüne bakıp ilk (milyar yıl önceki) yaratılışı tahayyül etmekten bahsetmiyor ayet. baktığında bunu şimdi göreceğini söylüyor.
ama garip bir şekilde şu anlaşılıyor; yeryüzünü gezip dolaşacak ve çevrenize dikkatle bakacaksınız ve 1 milyar yıl (yada 10-20 milyar neyse artık) önceki ilk akıllı varlığın (yada canlının neyse) nasıl yaratıldığını anlayacaksınız...
bu olacak iş mi yahu. ilk diyorsunuz ilk. varlık yokken ilk varlığı, canlı yokken ilk canlıyı, akıl yokken ilk akıllı varlığı ortaya çıkaran aklı-nüveyi nasıl tahayyül edebilirsiniz? meleklerden insanların türediği şeklinde izahlar var. tamam kabul, peki meleklerin varlığını (yada aklını) nerden nasıl başlatıyorsunuz? kem küm bla bla...
ilk arayışlarının hepsinin tıkandığı bir yer var ama hep bir yorum var (çoğu bir diğeri ile yada kendi içinde çelişiyor olmasına rağmen). yahu sen kendi yaradılışını anladın da sıra ilk akıllı canlı yada ilk canlı yada ilk varlığa mı geldi?
velev ki tüm ilkleri anladın ama şu soru hala masada duruyor olacak; seni şimdi kim nasıl yarattı ve şu an varlığa dair ne biliyorsun?
bu soruların yanıtını bilen var mı gerçekten? bkz ışık, madde, mevsimler, insan, biyoloji, vb hakkında yaptığımız onlarca gözlem ve onlarca sarsılmaz! bilgimiz var. peki hangisi ne kadar doğru? örneğin ışık önceleri dalgayı, sonra foton olduğu anlaşıldı. peki dalga olduğu mu yanlış foton olduğu mu? şu an foton görüşü hakim olduğuna göre ışık foton yani öyle mi...
oysa ışığın gerçekte ne olduğunu insanın bilmesi mümkün değil. yahu ışık dışarda bir şey, senin bildiklerin ise (ışık bilgisi) zihninin içinde bir yorum. ışığa dokunamazsın, ona temas edemezsin, onun içine giremezsin. duyusal temas kurarsın ama her halukarda zihnin yorum yapacak ve bu yorumlar yorum yapan zihne ve zamanın getirdiklerine göre değişecek. düşünsenize insanlığın ışıktan bir silah yapma fırsatı bulduğunu, ışık tanımı yeniden değişecek...
hep yapılan bu değil mi zaten. amaç asla bir şeyin hakikatin bilmek değil. herşeyi kullanmak amaç. ışık dalga iken de kullanışlı idi foton halinde de. hangisi daha kullanışlı ise hakikatin o olduğu varsayılıyor sürekli.
varlık dışarda bir yerde, senin bildiğini sandığın herşey ise zihninin içinde. bunlar ayrı dünyalar. bunların birbirine temas etmesi olanaksız. duyularının tümü algın (bilincin ve değerlerin) kadar işlevsel. bu yüzden duygularınla değil de sağ duyunla karar ver denmektedir...
varlığa dair bildiğimiz ne varsa hepsine kaçınılmaz olarak bilim etki eder. bilim karşıtlarının bildiğini varsaydıkları şeylere dahi...
oysa bilim tarihinde, paradigmanın değişmesi sıkça görülür. örneğin, newton fiziği uzun süre geçerli bir paradigma iken, einstein'ın görelilik teorisiyle bazı temel anlayışlar değişti. bu, bilginin doğru olmasından ziyade, mevcut en iyi açıklama olduğunu gösterir. gerçekliğin doğasını anlamaya çalışırken, bilimsel bilgilerin zaman içinde değiştiğini (geliştiği söyleniyor tabi) görmemek olanaksız.
platon'un idealar dünyası, gerçekliğin fiziksel dünyadan ayrı, daha üstün bir gerçeklik düzeyi olduğunu savunur.
descartes ise "düşünüyorum, öyleyse varım" diyerek bilincin ve zihnin gerçekliğin merkezinde olduğunu vurgular.
dış dünyada hiçbir şey değişmemiş olmasına rağmen, insanlığın jülyen takviminden gregoryen takvimine geçişi, insan algısının ve toplumsal düzenin bir ölçüm sistemine nasıl bağlandığını gösterir. insanlar için ölçüm metodu gerçeğin ta kendisiymiş gibi algılanır, çünkü bu sistemler günlük yaşamın düzenlenmesinde bir "ortak gerçeklik" yaratır.
eski mısır ve yunan matematikçilerinin "düz dünya" algısı, euclid'in geometrisi gibi düzlemsel geometrilere dayanıyordu. ancak, riemann geometrisi gibi yeni yaklaşımlar, uzayın eğri olabileceğini ve bunun, einstein’ın görelilik teorisinin temelini oluşturduğunu ortaya koydu. bu, uzayın gerçek doğasının algılarımızdan ve matematiksel modellere bağlı olarak değişebileceğini gösterir. (gelinen günde dünyanın gerçeği, bazılarına göre düz bazılarına göre geoit bir yapıdadır)
orta çağ'da hastalıklar, "mizaçlar" teorisiyle açıklanıyordu (kan, balgam, sarı safra ve kara safra dengesizlikleri). daha sonra mikrop teorisi ve genetik bilgisi gelişti. hastalığın doğasına dair yapılan açıklamalar, bir dönem için "hakikat" olarak kabul edilen modellerin nasıl zamanla değişebileceğini gösterir.
eski haritalar, dünyanın şekli ve boyutları hakkındaki algıları yansıtırken, modern haritalar coğrafi gerçekliği daha farklı şekilde temsil ediyor. bugün kullanılan mercator projeksiyonu bile, kıtaların boyutlarını çarpıtarak belirli bölgeleri daha büyük ya da daha küçük gösteriyor. haritaların yapımındaki bu zihinsel seçimler, gerçekliğin "kullanışlılık" için nasıl şekillendirildiğine dair bir başka örnektir.
democritus'un atom anlayışı, maddenin bölünemez küçük parçacıklardan oluştuğunu savunuyordu. sonrasında, rutherford’un atom modeli çekirdek ve elektronların etrafında döndüğünü öne sürdü. şimdi ise kuantum mekaniği, elektronların bir olasılık bulutunda bulunduğunu söylüyor. atomun doğasına dair her bir model, dönemin teknolojik ve düşünsel araçlarına bağlı olarak gerçeğin farklı bir versiyonunu temsil etti.
ne varlık teorisi biter, ne başlangıç, ne zaman, ne ışık, ne çekim yasaları, ne bilmem ne... çünkü bunları hepsi sadece yorum ve insan yorum yapmadan duramaz. istediği kadar deney ve gözlem yapsın. her deney ve gözlem bir şeye ulaşmak içindir. hiç bir amacı olmayan bir deney göremezsiniz. yani deneyden önce elde edilmek istenen bellidir. aksi halde deneyi yapan ahmak demektir...
bkz deney ve gözlem ile teoriye ulaşılmıyor, yorum ile teoriye ulaşılıyor, sonra deney ve gözlem teoriyi ispatlamak için kullanılıyor. yani deney ve gözlem kaçınılmaz olarak yanlı bir tutum. zaten başka türlüsü de düşünülemezki...
insan zihni bir düzlemde düşünmeye meğillidir. düzlemlerin başı ve sonu olur. varlığın başlangıcı bingbang teorisine bağlanmış durumda. lakin, tüm bilim insanları bing bangi kabul ediyor değiller (çoğunluk kabul ediyor olsa dahi).
bu şu anlama gelir; bing bang bir yorum, kabul edenler bu yorumu yeniden yorumlayıp kabul ediyor, reddedenler farklı yorumlayıp reddediyor.
hubble teleskobu vd gözlemevlerini dikkate alanlar evrenin genişlediğini görüyorlar (böyle algılıyorlar yani). cmb ölçümleri (örn planck uzay teleskobu verileri) bing bang tahminleri ile uyumlu. hepsi bu. karanlık madde modelleri var bir de. bu modeller de (hepsi hayal ürünü tabi) bing bangi destekliyor. her halukarda hepsi yorum. eldeki en iyi başlangıç yorumu bu. ama yorum, sadece yorum. yeni bir keşif tüm paradigmayı ters yüz etmeye yeter.
özünde bilimin yaptığı bir şey; onun ne olduğunu bilmek yerine onunla ne yapacağını anlamaya çalışmak. çünkü ışığın hakikati ne olursa olsun aslolan bizim onunla ne yaptığımız. hakikati yanılsama olsa dahi onunla birine yardım etmek yada silah üretmek gibi seçenekler yaşamımızı belirliyor. ve hatta bizim değerimizi.
beni allah, anamdan yarattı. sizi de kendi ananızdan. bu diğer yorumların çok ötesinde, aksini tartışmamızın mümkün olmadığı bir bilgi. ama garip bir şekilde kendimize ait elimizde sarsılmaz bu yaratılış bilgisi varken tarihin bir anında (adı jhon olsun) yaratılmış (ilk insan olan) jhon'u allah'ın nasıl yarattığının peşine düşmüşüz...
pardon, bırakalım o jhon'un sorunu olsun, biz kendimize ait olanı anlamaya çalışsak olmaz mı?
garip dimi, yaratılış yaratılış diyenler kendi yaradılışını anlamış gibi gidip jhon'un yaradışının peşine düşüyor. peki jhon bir başkasının nasıl yaratıldığını bilmeyi dert etmeli? tabi ya, biz kendi yaratılışımızı değil jhon'un nasıl yaratıldığını merak ediyoruz, peki jhon kiminkini merak etmeli?
insan bebeği anne karnında iken ciğerleri oluşuyor ve doğumun gerçekleşmesini bekliyor ciğerleri çalışmak için. bir organ düşünün var ama çalışmıyor. sanki bir program belli bir an çalışması için yazılmış ve o an geldiğinde (doğumdan hemen sonra) organ çalışmaya başlıyor... bunu bilim, evrim, adem, o, bu izah edemez.
çünkü insan bilgisinin, algısının ve sahip olduğu herşeyin dışında bu. yahu çalışan bir şeyi dahi çalışmadan bekletirseniz potansiyelini yitirir. arabanızı 3-5 ay hiç çalıştırmayın hele... hem madem çalışmayacaktı o halde niye var? doğada böylesi bir şey görüyor muyuz?
evrim güzel bir izah. doğru demiyorum güzel. kafa yorulduğu aşikar. adem havva masalını dikkate alırsak hele...
ama evrim dahi uyumluluk (seçilim) yani işlevsellik üzerine bina edili bir düşünce. oysa anne karnındaki bebeğin ciğerleri ne uyumla ne işlevle bağdaşmıyor (hele metamorfoz felan evrim dahil tüm canlılık teorilerini yerle bir ediyor)...
hem ankebut 20. ayetten önce 19. ayet görmediler mi derken neyi kast ediyor? zamanda geçmişe gidip bakmadılar mı demeye mi çalışıyor bu ifade?
bu bağlamda terav يَرَوْا "anlamıyorlar mı" anlamına gelir (düşünmüyorlar mı demek istese akele fiilini kullanırdı muhtemelen, diğer akele kullanımlarında olduğu gibi. yani bu çeviri ayeti güzelleme çalışması ama metinle alakasız) ama ilgili kelime rea fiili.
o halde bırakalım ifadenin içini de anlamını da kuran ortaya koysun. yaradılış diye bir bahsi açıklayacağım diye bu vb ifadeleri dilediği yere çekmek mümine yakışan bir tavır olamaz. mümin bu kitaba güvenir-güvenmeli. güvenen kişi ise hiç bir ifadeyi bir yere çekmez, ifadeyi kitabın kalanı ile anlamaya çalışır..
varlık allahın varlığının zorunlu çıktısıdır. allah varsa varlık vardır. bir öğrenci düşününki kalemi ve defteri olmasın, bir mekanik teknisyen düşünün ki anahtar takımı olmasın, bir elektrik teknisyeni düşünün ki avometrwsi olmasın, bir yazılımcı düşünün ki bilgisayarı olmasın...
kalemi defteri olmayan öğrenci olur mu? ders çalışmayan öğrenci olur mu? bir çocuğun kalemi defteri olmayabilir, çünkü muhtemelen bu çocuk daha öğrenci değildir. ama ona öğrenci dediğimiz anda kalemi ve defteri olmalıdır. terzinin makası olmalı ve kesip diliyor olmalıdır. makası yok, kesmiyor-dikmiyor ama o bir terzi... olacak iş mi bu? yani allah varsa, ki varlık var olduğu için o zorunlu varlıktır, o var olduğu müddetçe o'nun nitelikleri (sıfatları) o'ndan sadır olmuş olmalıdır.
bing bang gibi hiç bir delili olmayan hayali bir kurguya deli oldukları için inanmıyorlar. bir başlangıç olmadan düşünemedikleri için başlangıcı kurguluyorlar. hemde realitede karşılığı olup olmadığına bakmaksızın. tabi akla yatkın gibi görünen bir kurgu elde ettikten sonra onu delillendirmek için bir takım gerekçeler bulacaklar. başka ne yapacaklardı ya...
nedensellik (sebebin sonuca zorunlu etkisi) bir çok şeyi yoruma gerek olmaksızın açıklar...
kuran neden kusursuz olmalıdır, çünkü allah kusursuzdur. kuran neden zaman ve mekana sığmaz, çünkü allah zaman ve mekana sığmaz.
peki içindeki herşeyin failinin allah olduğunu bildiğimize göre, allaha ait olduğunu bildiğimiz nitelikler ne zaman nerede başlar? o'na bir başlangıç tayin etmek mümkün müdür? peki yaratmaya nerde ve ne zaman başladığını belirlemeye çalışmak çelişki değil midir?
nihayetinde varlığa başlangıç tayin etmek, allah'ın göreve geldiği anı belirlemek gibidir...
eugenics teorisini dahi hakikat yerine koydu insanlık. çünkü sağlıklı bir insan türünü mümkün kılan bir açıklamaya (başlangıca) ihtiyaçları vardı.
allaha başlangıç yada son tayin edemeyiz ama allah'ın var ettiği kainata yada canlılığa yada insanlığa ederiz öyle mi? peki nerden başlatalım?
bu allahı fiillerine (dolayısı ile sıfatlarına) başlangıç tayin etmek demek değil mi?
dış dünyadaki varlığın hakikatin bilemeyiz demek öğrenme mücadelesi etmekten vazgeçeceğiz demek değildir. zaten istemsizce dahi olsa insan hayatta kalma içgüdüsüne karşı koyamaz, o halde öldüğümüz ana kadar öyle yada böyle mücadeleye ve öğrenmeye devam edeceğiz.
konumuza dönecek olursak kun emir fiili varlığı varlığa getiren (yada ilk insanı yaratan) emir fiil olmak zorunda değildir. ki öyle olması durumunda izahı kuran ile yapılamayan, muhtemelen zamanla değişecek olan bir yoruma inanmak kalacak elimizde.
kane كون fiili "olmak, meydana gelmek" fiilinden türer. imkan, mekan, kainat kelimeleri de aynı kökten türer. ama عَلَى الْغَرِيبِ أَنْ يَكُونَ أَدِيبًا ifadesinde görüldüğü gibi (yabancı kimse, edepli olmalı) bu fiil ontolojik bir anlam içerek zorunda değil. bkz bir halden bir hale gelmekten yani bilişsel dönüşümden bahsediyor.
mekan, kendinde imkan bulunan zemindir. mekan kara parçası olmak zorunda değildir. mekan, akıllı bir anne baba olabilir pekala. bir çocuk için muazzam bir imkandır bu.
hiç bakılmamış olsa gerek ama bu fiilin kuran'daki kullanımları da hep bu biçimdedir.
sad 74 ayetinde yine aynı fiil (kane) iblisin dönüşümünü ifade etmek için kullanılmış, yaratılışını değil...
https://acikkuran.com/root/kwn
kane fiilinin kuran'daki tüm türevlerinin kullanımlarına (ön yargısız) herkesin kendisinin bakması konuya açıklık kazandıracaktır. mealler metinden kopuk olmasına rağmen yine de fiilin ontoloji ile alakası olmadığını görmek mümkün.
dolayısı ile demem o ki; "kun fe yekunu" ifadesinde ki irade, varlığa varlığa getirmeyi yada ilk insanı yaratmayı irade etmiştir demek yerine kuran'ın tamamına bakarak insanı mümin yapmayı (bu dönüşümü) irade etmiştir demek çok daha tutarlı bir yaklaşımdır...
allahu alem.