genelde yaratmak diye çevrilen haleka (خلق) fiili başta olmak üzre bir sürü fiilde, başlıktaki nüans göz ardı edildiği için olsa gerek, bir anlam sorunu açığa çıkıyor
burada ele alınmak istenen konu "yaratmak" diye bilinen haleka (خلق) fiili aslında ama bazı örnekler verip konuya öyle gireceğiz
bkz Allah semi'dir basir'dir değil mi? Yani Allah, kesinlikle işitendir görendir.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ……
Kuran'da konuşan kişi bu vb ifadeleri çokca zikrediyor. hemde bu gibi ifadeler isim formunda geldiği için tartışma konusu dahi değildir. dileyen iman eder dileyen inkar
lakin işitmek (سمع) fiili , insan söz konusu ise evet kulak ile alakalıdır ama işitmek kulağın değil bilincin işlevidir. çevremizdeki onlarca ses, kulağımıza titreşimler halinde çarpar fakat biz, odaklandığımız sesler ile kastedileni kapasitemiz kadar anlarız
eşler arasında, özellikle kadınlar kocalarına "sen beni neden duymuyorsun" der bazen. hatta bazen erkek bu sözün edildiğini dahi işitmez. sesler adamın kulağına gelmediğinden değil, adamın aklı başka yerde olduğundan, adam eşinin sözlerinin sesleri kulağına gelmesine rağmen işitmez eşini
işitmek, insan söz konusu olduğunda kesinlikle odaklanma, kapasite ve ortam ile alakalıdır
konuşan çok uzakta ise, aynı dili konuşuyor olsanız dahi, sesler size yeterli seviyede ulaşamayacağı için yine anlamakta zorlanırsınız
yada düşünsenize, konuşanın konuştuğu dili bilmiyorsunuz. konuşan kişi bir saatte konuşsa, kullandığı kelimeler anlam ile tam uyum içinde olsa ve doğru cümleler kursa bile anlayamazsınız söylenenleri
demek ki, sesleri işitsek dahi anlamamız bizim potansiyelimiz ile de alakalıdır
bir kafede olduğunuzu düşünün. insan kime kulak verirse (odaklanırsa) onun sözlerini işitir. aslında ortamdaki belki de bütün ses dalgaları kulağımıza geliyordur ama kişi odaklandığı ses ile kastedileni kapasitesi kadar anlar.
"kulak kabartmak" deyimi de bununla alakalıdır
şimdi işitmek insan için böyle ilen Allah için nasıl peki?
Allah'ın semi'un (سَمِيعٌ) olması, Allah dikkate alınmadan anlaşılamaz
yani Allah işitendir kesinlikle ama O, işitmek için kulağa ihtiyaç duymaz
çünkü kulak, insanın sesteki anlamı kavraması için gerekli sadece bir araçtır. diğer varlığına ihtiyaç duyduğumuz onlarca araç gibi
ses-dil uyumu, ortam vb herşey yerli yerinde olsa bile insan odaklanmaksızın hiç bir sözü işitemez. odaklanma vd unsurlar insana özel gereklilikler olduğu için, Allah kesinlikle tüm sesler ile kastedileni kesin bir bilgi ile bilir. çünkü insan için söz konusu olan zaman mekan vd engeller, Allah için söz konusu değildir
bakınız, işitmek yani sözün seslendirilmesinden açığa çıkan anlamın kavranması, Allah’ta başka şekilde insan da başka şekilde tezahur eder. işitme dediğimiz fiilde aslolan ses değil anlamdır
insan söz konusu olduğunda ses kulak akıl farkındalık kapasite vs devreye girer.
ama Allah için, sesin ne tonunun önemi vardır ne de sesin sahibinin hangi dilde konuştuğunun. çünkü bilmek yani alim olmak, Allah için tartışmasız bir niteliktir
O, o sese biz gibi kulak kabartmaksızın o sesler ile neyin kastedildiğini bilir. insan ise o sese odaklanmak zorundadır
Allah’ın basir’un (بَصِيرٌ) olması da insandaki görme gibi değildir. çünkü insan üzerinde düşünmeksizin gözü nereye bakarsa baksın baktığı şeyin hakikati üzerine bilgi sahibi olamaz. hatta görme üzerine düşünenler bilirler ki, gören göz değildir aslında. göz evet insan söz konusu olduğunda bu edimin bir parçasıdır ama görme kesinlikle zihnin bir edimidir
(“gören göz müdür zihin mi?” konusu üzerine film önerisi;
Allah söz konusu olduğunda basir’un kelimesindeki görme çok ama çok farklı bir hal alır
bkz, yolda yürüyorken üzerine karşısından hızla araba gelen birisi, arabaya doğru bakıyor olsa ve kaçmayıp arabanın altında kalsa, bu kişi için arabayı gördü diyebilir miyiz?
kişi üzerine gelen arabayı görmüş olsa tavır alması yani tepki vermesi hatta son celsede çarpılmış olsa bile bir tepki vermesi beklenir değil mi?
hiç tepki vermemiş, gelen giden yokmuş gibi arabaya doğru yürüyen birinin üzerine gelen araba istikametine baksa bile gelen arabayı gördüğü varsayılabilir mi?
peki Allah’ın basir’un (بَصِيرٌ) olması ne anlama gelir bu durumda ?
çok büyük bir soru aslında ama kısaca Allah zaman ve mekan ve kanılar ve adapte sorunu ve dalgınlık ve odaklanma gibi şeylerden ari olduğu için O, olan biten herşey hususunda kesin bir bilgi ile basir'un'dur
O’nun görmek için göze ihtiyacı yoktur
hatta kişisel bir kanaat olmakla beraber bana göre göz, insanın gerçeği görmesinin önünde bir engeldir, nesnel dünya için olmazsa olmazımız gibi algılanmasına rağmen
Allah'ın basir'un olması, görünen şeylerin tümünü kesin bir bilgi ile bilip, bu bilgi ile bir tavır ortaya koymasıdır (ve koymuş yani öngörmüş, resuller ve el kitab ile geleceğe dair akıllı iradeli varlıklara uyarılarda bulunmuş, kılavuz göndermiştir)
çünkü insan söz konusu olsa dahi, gördüğü herhangi bir şey hususunda tavır almıyor ise (üzerine gelen araba örneğinde olduğu gibi) insanın gördüğünü varsaymak olanaksızdır
aslınsa işitme fiilinde de, işitenin işittiği tepki vermesinden belli olur. hakaret maruz kalan birinin, söz sahibine gülümsediğini düşünün. ya ahmaktır yada işitmemiştir deriz. aksi halde ne olursa olsun az da olsa bir tepki vermesi beklenir. karayolunun ortasında yürüyen birine, arkasından gelen araba korna çaldığında hiç tepki vermiyor ise işitmediği varsayılır
Allah'ın semi'un veya basir'un olması başlı başına ele alınması gereken bir konudur aslında. şimdilik bu kadar ile yetinmek durumundayız asıl konuya dönmek için
şunu demeye çalışıyorum aslında. her bir fiil failine, her sıfat atfedildiği kişiye göre anlam kazanır
bir android cep telefonu kullanıcısı için, telefonun çok fazla özelliğine hakim olduğundan dolayı telefon uzmanı denilebilir. android üzerindeki kullanıcı ayarları konusunda uzmanlık çok fazla sorunu çözüyor çoğu zaman. ama bir de android sistem yazılımına hakim bir uzman düşünün. ikisi de telefon konusunda uzman olmasına rağmen ikisinin uzmanlığı bambaşkadır. bakın uzman kelimesi burada sıfattır. ama kime atfedildiğine göre anlam kazanıyor yine kelime
alim ( عالم); "bilen" anlamına gelir, ism-i fâildir. bu kelime (علم) "bildi" fiilinin failidir
alime (علم) fiili de yukarıda ele aldığımız şekilde açığa çıkar. insan bilir yani alim olabilir ama Allah kusursuz/noksansız bir alim'dir.
O'nun alim olması yani bilmesi kusursuzdur. çünkü O, bizler gibi ezberler ve genel kanılar ile mücadele etmek zorunda değildir bilmek için
insan bilir ama insan yanıldığını görür yer yer ve bildikleri değişir. yeniden bilir.sonra yeniden bilir sonra yeniden
maddeyi ve dolayısı ile zamanı yaratanın yeniden bilmesi diye bir durum söz konusu olamaz
yani insanın bilmesi, zaman şartlar kapasite ile hafıza ezberler içinde yaşadığı toplum o toplumun kanıları insanın içinde yaşadığı çağ o çağdaki dünya görüşü ve daha bir sürü parametre ile alakalı iken, Allah'ın bilmesi hiç bir engele takılmadığı için kusursuzdur
bilgisayar hakkında tüm kullanıcılar az çok bir şeyler bilir. ama bazı bilenler vardır klavyedeki "A" tuşuna bastığınızda ikili sayı sisteminde 10100001 şeklindeki bir verinin bir işlemcide işlendiğini ve hatta önceden belirlenmiş koşulların taranıp şartlar uygun ise bu verinin bir başka işlemciye yazıldığını dahi bilirler
bakınız bilmek, kapasite potansiyel pozisyon vb parametrelere bağlı olarak farklı tezahür ediyor herkeste...
haleka (خلق) fiiline gelince, yine fiil failine yani atfedildiği zat'a göre anlam kazanır
haleka fiilinin sözlükte; ölçmek, oranlamak, takdir etmek, tahmin etmek, yoktan var etmek, şekil vermek, örneği olmaksızın bir şey var etmek, şekillendirmek şeklinde anlamları var
işte tam burada, yukarıda üzerinde durmaya çalıştığımız incelik atlandığı için, kelimenin Allah dışında bir başkasına atfedilmesi noktasında anlam sorunu açığa çıkıyor
"yoktan var etmek" ifadesi mana bakımından saçmadır. yani "yok" diye bir şey bulup ondan bir şey yapmak söz konusu olamayacağı için bu ifadeyi "yok iken var etmek" şeklinde düzeltip kelimenin anlamlarını kategorize edelim.
1- ölçmek, oranlamak, takdir etmek, tahmin etmek, şekil vermek, şekillendirmek
2- örneği olmaksızın bir şey var etmek, yok iken var etmek
birinci sıradaki anlamlar, Allah dışındaki akıllı iradeli varlıkların bu fiil ile ilişkisi, ikinci sıradaki anlamlar ise Allah'a has olan anlamlardır
insan, hiç bir şeyi, az benzesin çok benzesin hiç bir şeyden esinlenmeksizin yani az benzeyen dahi olsa bir örnekten yola çıkmaksızın yapamaz
genel kanıya göre, kuşların uçabiliyor olduğunu gören insan uçabilen araçlar yapma fikrine kapılmış ve bu örnekten yola çıkarak uçak benzeri bir araç yapmıştır. sonra yapılan tüm uçaklar da önceki uçaklardan esinlenmek sureti ile yapılmıştır
araba dediğimiz araç özünde metal vd metaryallerin yığınıdır. ama birileri o materyalleri belirli/istenen oranlarda yeniden forma sokmuş, bir beklentiye karşılık bir araya getirmiş ve açığa yeni bir şey çıkmıştır. bkz 1 nolu anlamların neredeyse hepsi bu işlemin içinde var
ama kuş dediğimiz uçan canlıların varlığı noktasında, kuşun yaratıcısı için bir başka uçan varlık örneği gerekli değildir
bir paradoksa girmemek adına es geçiyorum detayları. ama şunu demeye çalışıyorum. Allah yaratmak için bir örnekten esinlenmek zorunda değildir. O ilmin de kaynağıdır varlığın kaynağı olduğu gibi
Ragıb El-Isfahani Müfredat'ta kelimeye "temelde" ifadesi ile "doğru bir biçimde oranlamak, ölçümlemek"anlamındadır demiştir. bu anlamdan sonra kelimenin Allah söz konusu olduğunda aldığı anlamı vermiştir
sözlüklerde kelimeye verilen anlamları, "Allah ve diğer failere ait " şeklinde ikiye ayırdım dikkat ederseniz. çünkü bir fiil, failini gözetmeksizin anlam kazanmaz. fail mutlaka dikkate alınmalıdır
(İbn Sîde, IV, 389; Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “ḫlḳ” maddesin de bu kelimeye “takdir etmek, ölçüp biçmek" anlamlarını vermiş)
fiilin en temel anlamı "bir şeye oran belirlemek" yani "bir şeyden bir başka şey üretmek" şeklindedir
bu kelime Kuran'daki kullanımlarına dikkatli bakıldığında, yok olan bir şeyin var edilmesinden ziyade, var olan bir şeye yeni bir oran belirleme yani var olanı yeni bir forma sokma anlamında kullanıldığı rahatlıkla görülüyor
A.İmran 49. ayette, ayette kastedilen her ne olursa olsun nihayetinde İsa bir şeyden bir başka şey yapmakta, yani bir şeye yeni bir oran belirlemesinden bahsediliyor (أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ)
A.İmran 59. ayette "خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ" ifadesi ile görüyoruz ki yine bir şeyden bir başka şey açığa çıkıyor bu fiil ile
Nisa 1. ayet "خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ" ifadesi de yine bu fiil ile bir şeyden bir başka şey açığa çıkarıldığını söylüyor
Nisa 119. ayet "فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ" Allah'ın belirlediği oranın değiştirilebileceğini söylüyor
maide 110 da benzer şekilde "وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي" izinle dahi olsa bir şeyden bir başka şey yapmak yani bir şeye yeni bir oran belirlemekten bahsediliyor
enam 2 "هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ"
araf 12 "خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ"
bu iki ayettede bir şeyden yeni bir şey yapıldığını görüyoruz
Hicr 26" خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ" İnsan, bir şey ve ona bağlı bir şeyden yaratılmıştır. yani hep bir halden bir hale sokmak söz konusu bu fiilde
Hicr 27 " وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ"
bkz, o can da bir şeyden yaratılıyor. yani bir şeyin bir sonraki yada diğer hali kendisi
Hicr 28 "إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإ مَّسْنُونٍ" beşerin yaratılışı da bir şeyden bir hale gelmek şeklinde (insan da olduğu gibi)
Nahl 4" خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ" bkz o insan yine bir şeyden bir başka hale gelmek sureti ile yaratılıyor
İsrâ 61" لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا"
yine bir şeyden bir başka şey açığa çıkıyor bu fiil ile
kehf 37 " بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا"
bkz ayet haleka fiilinin halden hale sokmak olduğunu ne kadar açık ifade ediyor
bu fiil ile alakalı diğer ayetler için bkz ;
velhasıl kelam, haleka (خلق) fiili, bir şeye yeni bir bir oran belirlemek, bir şeyi bir halden bir başka hale sokmak demektir
bu durumda fiilin ayetlerdeki anlamı, failini gözetmek (tabi gözetmek için önce tespit etmek) suretiyle belirlenecektir
şimdi bu fiilin Allah'tan başkası için kullanımının çok rahat görüldüğü bir kaç ayeti ele alalım
Enbiya 37 - "خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ"
ecil her ne anlama gelirse gelsin ayette haleka fiili meçhul fiildir.
"خَلَقْنَا" ve "خَلْقُ اللَّهِ"
şeklindeki kullanımlarına bakıldığında Enbiya 37 deki yaratıcının kim olduğu Kuran'dan tespit edilmelidir. ezbere, özellikle bu ayette yaratıcının Allah yada nahnu olduğunu söylemek mümkün değildir. ayetin ne dediğinin yada ayetin bağlı olduğu ayetleri tespit etmenin büyük bir emek istemesi ayrı bir iştir evet ama fiilin meçhul fiil şeklinde geldiğini görmek için alim olmaya gerek yoktur
Saffat 11 "أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ" hem yaratma'nın bir şeyi bir halden bir başka hale sokmak olduğunu, hemde Allah ve nahnu denilen kişiler dışında yaratan olduğunu açıkca ifade ediliyor. ayetteki halekna (خَلَقْنَا) ifadesinin faili nahnu iken halkan (خَلْقًا) ifadesi yine meçhul fiildir
netice itibari ile, her kelimenin mercisi tespit edilmeden sözler anlam kazanmaz
bu sebepten dolayı Allah'tan başka yaratıcı olmaz/olamaz söylemi ezbere bir söylemdir
kelimelerin atfedildiği kişi ile anlam kazanması durumu fiiller de olduğu gibi sıfatlarda da aynı şekildedir
Bakara 30 - "وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ" (senin Rabb'in dediği zaman.....)
Rabb ile kastedilen Allah'tır demek için metnin devamına bakmamak kafi'dir
çünkü bu ayette sözü eden bir kişi, Rabb ile kastedilen bir kişi iken, 34. ayette çok ilginç bir biçimde "وَإِذْ قُلْنَا" (biz dediğimiz zaman...) şeklinde ifade çoğul geliyor
konuşan kim, Rabb kim, na (nahnu) - biz kim yada kimler başlı başına bir çalışma konusudur
ama her halukarda Rabb (ربب) kelimesi sıfattır ve atfedildiği kişiye göre kelime anlam kazanır
fatiha 2- الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
bu ayette, Rabb, kesinlikle ve tartışmasız Allah'tır. çünkü hem Hamd ifadesi, hem alem kelimesinin tür ismi şeklinde olması (el takısı ile gelmesi) yani tüm akıllı iradeli varlıkları içine alması başka türlü izah edilemez
A.imran 80-
وَلاَ يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُواْ الْمَلاَئِكَةَ وَالنِّبِيِّيْنَ أَرْبَابًا.....
(O size, o melaike ve o nebileri Rabb'ler edinmenizi emretmez)
O Nebiler ve o Melaike'nin Rabb edinilmesi men ediliyor ayette
demek ki, bu mümkün ama ayet bunu yapmayın diyor
Nisa 23 ayetinde ki "وَرَبَائِبُكُمُ" ifadesine "üvey kızlarınız" manası veriliyor genelde
oysa Rabb (ربب) kelimesinin anlamı dikkate alınmış olsa, bu ifade "bakımını üstlendiğiniz, sizin gözetiminiz altındaki kızlar" şeklinde olmak durumundadır
çünkü Rabb (ربب) kelimesi; bakan, yetiştiren, büyüten, yöneten, tesis eden, bir şeyi adım adım tamamlayan, terbiye eden ve kemale ulaştıran anlamlarına gelmektedir
Yusuf 39 da, Yusuf, "hayr" (خير) bakımından bir muhakeme ortaya koyarken, olası bir durumu da ortaya koyuyor aynı zamanda
"أَأَرْبَابٌ مُّتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمِ اللّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ"
ayetten anlıyoruz ki, Allah'tan gari Rabb olabiliyormuş ama bu durumun hayr bakımından sorunlu olduğu ifade ediyor Yusuf'un ağzından
kelimenin, adım adım tamamlayan ve kemale ulaştıran anlamlarını Kuran'da çokca ve açıkca görüyoruz
bir çok ayette Rabb; Resul adaylarını aşama aşama süreçlere sokarak onları olgunlaştıran, bu süreçte onları koruyup, gözeten, onlara yardımcı olan ve onları himaye eden kişidir
Not ; Eğer Resul adayı beklenen olgunluğu gösterirse kendisi Resul seçilir, göstermezse o kişiye risalet verilmez.
Adem Resul seçilmemiştir çünkü kendisi verilen ahiti unuttu ve kendisinde bir kararlılık bulunmadı
bu bakımdan Adem’in Resul olduğu ile ilgili ayet bulunmamaktadır
taha.115 - وَلَقَدْ عَهِدْنَا اِلٰى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِىَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Andolsun biz daha önce Âdem'e ahit verdik. Fakat o unuttu. Onda bir kararlılık bulmadık.
Bakara 30 daki" Rabb" ve onlarca defa "senin Rabbin" (رَبِّكَ Rabbi-ke) denen kişi tam olarak bu işi yani yetiştirme gözetme eğitmenlik işini yapıyor. ama burada Rabb yada Rabbin denmesi bizi bizden öncekilerin düştüğü hataya (tüm Rabb sıfatlarını alıp hepsini Allah olarak tanımlama) düşürmemeli, biz her durumda kelimenin sıfat olduğu bilinci ile kastedilen kişiyi yine el kitabın içinden öğrenmeliyiz
ama bu durumda "Kuran bir panteon mu ortaya koyuyor?" sorusu akla gelebilir
buna en güzel yanıtı ibrahim veriyor olsa gerek
Bakara 131 - إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Rabbi ibrahime teslim ol dediğinde, ibrahim "ALEMLERİN (tüm akıllı iradeli varlıkların) Rabbi'ne teslim oldum" demiştir
zariyat 56-58 de ise, Kuran'da kendisine nahnu denen kişilerin içinden biri (muhtemelen bir numara) hakkında çok açık ve çarpıcı bir detay söz konusu
zariyat 56 - وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
zariyat 57- مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُون
zariyat 58- إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
56 da "İns ve cin'i kulluk yapmaları için yarattım (oranladım/halden hale soktum)" diyen kişi
57 de "onlardan bir rızık da istemiyorum, beni doyurmalarını da" diyor
bu da demek oluyor ki, rızık ve doyurulmaya kendisi de muhtaç ama kimseden bir beklentisi yok bu zatın
58. ayette bunu açıkca deklare ediyor kendisi
"kesinlikle rızık veren, güçlü ve gücünde metin olan Allah'tır." diyor
bkz, Allah dışında birisi "haleka" fiilini yapıyor ve Allah'ı tesbih ediyor, otorite olanın ancak Allah olduğunu deklare ediyor, kendine hiç bir konuda pay biçmiyor, kendisini övmüyor/yüceltmiyor, beklenti içine girmiyor
aslında varya, beşer resuller de resullere el-kitabı verenlerde tek bir amaca hizmet ediyor ve kendileri adına tek bir beklenti içine girmiyor hiç biri
şuara 109 da Nuh " سْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ"
ayet kısaca/kabaca ; "sizden ecir beklemiyor/istemiyorum, yaptıklarımın ecri ancak/yanlızca alemlerin Rabb'ine aittir" diyor
ecir sadece ücret demek değildir. sözlükte bu kelime, karşılık/tazminat/ödül, işe alma/ödeme/hizmet için ücret, kar olarak karşılanmıştır
yani, bir hususta beklenti içine girilmesi muhtemel herşeyi kapsar bu kelime
şuara suresinde aynı ifade (sizden ecir beklemiyor/istemiyorum, yaptıklarımın ecri ancak ecri ancak/yanlızca alemlerin Rabb'ine aittir) 145 te şuayb'in dilinden, 164 te lut'un dilinden, 109 da nuh'un dilinden deklare edilmiştir
bkz Kuran'da nahnu zamirinin kendisine döndüğü kişiler, kendisine Rabb denen kişi ve olumlu tanıtılan tüm kişiler hep Allah'ı tesbih etmekte ve Allah'a dua etmektedir
nahnu konuştuğunda yada rabb konuştuğunda yada Kuran'ı mahki eden kişi yada beşer Resullerden biri konuştuğunda genelde söz Allah ile şu vb şekilde bitmektedir;
hucurat 40 - ...........وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (Allah alimdir hakimdir)
hac 74 - ..........اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (Allah, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)
hac 75 - ............إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (Allah işitendir görendir)
ahzab 25 - ..........اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا (Allah, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)
maide 74 - ............اللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir)
şusa 19 - .........هُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ (O, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)
bu şekilde onlarca ayeti örnek getirmek mümkün. yani konuşan Allah değildir, zaten Allah'ın konuşması yazması nesnel olaylara dahil olması söz konusu bile olamaz.böyle bir Allah'a iman ettiğini iddia eden neye iman ettiğini bilmiyor demektir
El kitabı ulaştırma noktasında görevli, ister beşer ister melek resullerin tümü tek bir amaca hizmet ettikleri için hepsi Allah'ı tesbih etmekte, hiç biri yaptıkları şey için bir beklenti içine girmemektedir
bu durum mahkeme tebligatı getiren postacının durumu gibi anlaşılabilir. postacı getirdiği haber hususunda haberi aldığı gibi iletiyor içeriğine hiç müdahil olmuyor bunu yaptığı için postayı verdiği kişiden hiç bir beklenti içine girmiyor ise postacı posta konusunda yanlızca görev yapıyor denilebilir
bir de üstüne postacının bu haberi ulaştırma işini gönüllülük esasına dayalı yapıyor olduğunu düşünün, böyle olmasına rağmen çok çileler çekiyor hatta resmen görev için diğer insanların vazgeçmesi mümkün olmayan değerlerden vazgeçiyor ise burada bir panteonun olduğunu varsaymak ancak artniyet ile mümkündür
düşünsenize, postacı bir haber getiriyor ama getirdiği haber diğer herkeste olduğu şekilde etki yapıyor onun üzerinde de. yani getirdiği metnin emir ve nehiylerinden kendisi de sorumlu. ve inanılmaz bir fedakarlık söz konusu ayrıcalık beklemesi muhtemel iken
ama en ufak bir ayrıcalık beklemek yerine aksine daha fazla özveri ortaya koyuyorlar. bu sürece tanık olanın diyebileceği tek söz "emeği geçenlerden Allah razı olsun" olmak durumundadır
çünkü ne Musa'nın ne isa'nın ne Yusuf'un ne İbrahim vd lerinin ödedikleri bedeli ödemeyi göze alıp alamacağını düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor
yani hiç birisi yaptıkları şeyler ile bir pozisyon elde etmemiş, kendilerine dair bir beklenti içine girmemiştir
hani geleneği savunanların "Allah resulünü postacı yaptınız" diye bir sözü var ya, bu söz onların tapındığı muhammed'e biçtikleri pozisyonu savunmayı amaçlıyor aslında ama aynı zamanda ince bir nüansı içinde barındırıyor
hem resuller, hem resulleri gönderenler, hem onları eğiten/gözetenler tek bir amaca hizmet etmektedirler
el kitabı, insanlığa (akıllı iradeli varlıklara aslında) ulaştırmak. yani bu ifade tabiki eksik ve yersiz ama evet tümü yazılı metni ulaştırma noktasında postacıdır. (teşbihte hata olmaz, lütfen anlamaya çalışın)
yani ne beşer resuller, ne de onlara Rabb'lik yapanlar (kitapta nahnu diye karşımıza çıkan ve kitabın içinde kimler olduğu tanıtılan kişiler) yaptıkları şeyler için en ufak bir beklenti ve ödül derdine düşmemişlerdir
bir tanesi beklenti içine girmiş, o da adını tarihe İBLİS (belese; ümit kesmek, bir beklenti içine düşmek, bir beklentiye saplanıp kalmak) diye yazdırmıştır
nahnu zamirinin (bakara 30 daki Rabb da bu zamirin içine girer) kendisine döndüğü kimselere gelince konu çok büyük olmakla birlikte ezberlerin tümünü çöpe atmayı gerektiren bir konudur
bkz, Kuran'ın muhammed'in kalbine bilinmeyen bir yöntem ile iletildiği söylenen ayet (bakara 98 ) 92. ayetin devamıdır yani ayette bahsi geçen kişi Muahmmed değil Musa'dır. ayetin öncesini ve sonrasını mealden bile okumak yeter bunu anlamak için
yine isra suresi 2. ayet "vav" ile başlamasına yani 2 1'in devamı yani diğer bir parçası olmasına rağmen, 1. ayeti 2. ayetten koparıp, ayeti muhammed'e bağlamış yine el kitabı uyduruk hikayelerine mahkum etmiş, kitabı parça parça etmişlerdir
Kuran'ın içinde mekki medeni ayetler göremezsiniz. 23 yıl hikayesini göremezsiniz. son resule verilen kitabın isminin Kuran olduğunu bile reddeder el kitab (rahman 1-4)
velhasıl kelam, nuzul sebepleri de kitabın içinden tespit edilmelidir, zamirlerin mercileri de hatta "Ikra'bismi rabbike...." (اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ) ifadesindeki ke/sen kitabın içinden tespit edilmelidir
aksi halde el kitabı hikayelere uydurmak ve kitabı arapların kitabı yapmak dışında bir şeye hizmet etmiş olmazsınız.kime hizmet ettiğiniz neyse ama metni anlama noktasında olduğunuz yerden bir adım öteye gidemezsiniz anlatılar/hikayeler ile
Allah, dileyen herkesin ilmini artırsın.