24 Şubat 2022 Perşembe

nüzûl süreci üzerine

sözlükte "inmek" başlığı altında anlamları listelenen nüzûl (nezele نزل fiili) kelimesi ilâhî kitapların kaynağından gelişini ifade eder 

kelimenin kastettiği anlamlara bakıldığında, ister uçak, ister yağmur, ister insan fark etmeksizin kastedilen şeylerin bir yerden bir yere hiç bir aksilik çıkmadan gittiği/ulaştığı görülmekte 

"yağmur yağdı", "misafir oldu" şeklindeki anlamlarına baktığımızda aynı zamanda bu fiil ile kastedilen olması istenen şeyin gerçekleştiğidir 

hastanın ateşi indi, eve vardı, misafir oldu vb kullanımları da bu fiil ile akla ilk geldiği şekilde  yukardan aşağı doğru bir hareketin kastedilmediğini ortaya koymak için yeterlidir

bu durumda "نَزَّلَ عَلَيْكَ الْكِتَابِ" ifadesine "sana o kitabı iletti" anlamı vermek mümkündür 

ama yağmurun yağmasında, uçağın inmesinde hatta merdivenden inmek vakasında bir süreç olduğu göz ardı edilmemelidir

Kuran’da 261’i fiil kalıplarında olmak üzere yaklaşık 300 yerde geçen nüzûl kavramı ile su, rızık, Allah’ın ordusu, azap, şeytan, melek, huzur ve sükûn, rûhu’l-emîn vb.ne atıf yapılmış, bunların yanında Tevrat, İncil ve Kur’an’a, ayrıca Kur’an yerine kullanılan hak, zikir, nur, âyet ve sûre kelimelerine nisbet edilmiştir (, “nzl” md.). 

Kuran'a bakıldığında, Tevrat ve İncil hakkındaki nüzûl kavramı “if‘âl” kalıbında (اَنْزَلَ) iken el Kuran ve el kitab ilgili olanların çoğu yine aynı kalıpta olmakla birlikte “tef‘îl” kalıbında da (نَزَّلَ)  geldiği görülmektedir 

tenzil (تَنزِيلا) kelimesinin tef‘îl bab'ında olması kesinlikle bir sürecin varlığına delalet eder

https://www.arapcadilbilgisi.com/bina/tefil.html

buradan yola çıkarak kastedilen süreç tespit edilmeli, sürecin nedeni ve ne anlama geldiği anlaşılmalıdır

rivayetlerden açığa çıkan yaygın kanaate göre; Kur’an-ı Kerim 610 yılında Mekke’de inmeye başladı. Kur’an-ı Kerim’in inmeye başladığı dönemde toplumun geneli putlara tapıyordu. müşrikler putların etrafında tavaf yapıyor, onlar için kurbanlar kesiyor ve çeşitli zamanlarda onlara hediyeler veriyorlardı. Yüce Allah şirkin her türlüsünü kaldırmak ve tevhide dayalı bir inanç oluşturmak için Tevrat ve incil'den sonra Kur’an-ı Kerim’i gönderdi 

yine Kuran'ın, 610-632 yılları arasında Hz Muhammed ve o yöre insanlarının yaşadığı olaylar üzerine indiği söylenmiş ama hangi ayetin hangi olay üzerine indiği konusunda da ittifak edilememiştir (bu durumu görmek için tefsirlere göz atmanız yeterlidir) 

hangileri olduğu hususunda ittifak olmasa da, Kuran'ın bir kısmının mekki (mekke'de inenler) diğer bir kısmının medeni (Medine'de inenler) sureler olduğu dahi söylenmiştir 

bir kısmı mekki ve diğer bir kısmı medeni olduğu öne sürülen 23 yıllık bu süreç hakkında nerdeyse hepsi birbiri ile ihtilaf halinde ve akla hayale sığmayan onca şey söylenirken, sürecin 23 yıl içinde geliştiğine inananlar, anlatılar arasından  kendi aklına yatan anlatıları alıp sürekli bu süreci yeniden kaleme almışlardır. bu işlem tarihte çok defa yapılmış olduğundan bu süreç hakkında nerdeyse hepsi birbiri ile çelişen koca bir müktesebat oluşmuştur 

ama hepsi, Kuran'ın 23 yılda, hitap olarak Hz Muhammed'in kalbine (nasıl olduğu bilinmeyen) bir şekilde indirildiğini söylerler 

ne gariptir ki miras söz konusu olunca her tür detayı veren!, abdest söz konusu olunca "kolları dirseklere kadar " diyen!, her konuyu döndürüp döndürüp anlatan ve hatta oluştuğu işaretleri bile tek tek tanıtan (yusuf 1 - bunlar الر benzerlerinden ayrılmış bu yazının işaretleridir) kitab, Kuran'ın nüzul sürecini bildirmeyi atlamış olabilir mi? 

şimdi yapacağımız alıntı bir doktora tezinden. dileyen buradan "https://acikerisim.sakarya.edu.tr/bitstream/handle/20.500.12619/77112/ILT0724.pdf?sequence=1&isAllowed=y" tümünü okuyabilir

.............bazı usulcülerin de naklettiği206 „…İÇİNDE BİR KİTAP BULUNAN ATLASTAN BİR ÖRTÜ İLE BANA GELDİ…‟ ifadesi de207 üzerinde durulmaya değer başka bir husustur. Bu rivayeti, Süyûtî ve Zürkânî Zührî‟ye atfen, Cebrail‟in (a.s.) Hz. Peygamber‟e (s.a.s.) geldiğinde atlastan bir örtünün içinde bir mektubun bulunduğu şeklinde nakletmişlerdir.208
esSîretü’n-nebeviyye‟de ise mektup yerine kitap kelimesi geçmektedir. Her iki ifadeden de vahyin yazılı olarak geldiği anlaşılabilir. Bu rivayet her ne kadar mezkûr eserlerde
bulunsa da vahyin başlangıcının anlatıldığı pek çok kaynakta dile getirilmemektedir.209
İslâm dünyasında sahih deliller doğrultusunda yaygın kanaat, Kur‟ân‟ın Hz. Peygamber‟e (s.a.s.) 23 yıl gibi bir sürede, parça parça indiği yönündedir........

206 Süyûtî, el-İtkân, I, 92; Zürkânî, I, 94.
207 Ġbn HiĢâm, I, 226.
208 Süyûtî, el-İtkân, I, 92; Zürkânî, I, 94.
209 et-Taberî, Ebû Ca„fer Muhammed b. Cerîr b. Yezîd el-Âmülî (ö. 310/923), Câmi‘u’l-beyân an te’vîli
âyi’l-Kur’ân, tahk. Ahmed Muhammed ġâkir, 1. Basım, Beyrut: Müessesetü‟r-risâle, 1420/2000,
XXIV, 520-522; es-Sa„lebî, Ebû Ġshâk Ahmed b. Muhammed b. Ġbrâhim (ö. 427/1035), el-Keşf ve’lbeyân, tahk. Ebû Muhammed b. ÂĢûr, 1. Basım, Beyrut: Dâru ihyâi‟t-türâsi‟l-Arabî, 1422/2002, X

eğer biz meseleyi rivayetlerden öğrenecek isek neden seçicilik yapıp rivayetlerin bazısına inanıyor bazısına inanmıyoruz. bkz bu rivayete göre Kuran hitap değil kitap, yani yazılı bir belgedir

anlaşılan o ki hepsi birbiri ile çelişen onlarca rivayetin içinden, ya aklımıza yatan, ya kendi atalarımızın söylediklerini destekleyen, yada takipçisi olduğumuz zatların söylediklerini destekleyen rivayetlere itibar edeceğiz 

yada meseleyi anlamak için el kitaba başvuracağız 

evet Kuran'da geçen "nezzele" fiili bir süreci ifade eder. süreç hususunda Kuran'a bakacağız meseleyi anlamak için ama önce Kuran الْقُرْآن ve kitab الْكِتَاب kelimeleri üzerinde durmamız gerekecek

Kur’an kelimesinin kökünün "karae" ( قرا ) mi yoksa "karene" mi (قرن) olduğu tartışılmış ama bu tartışma net bir sonuç ortaya koymamıştır

"Karae" ( قرا) kelimesinin sülasî mücerred mâzî fiil olarak kök anlamları "okumak, 
göndermek" şeklindedir 

amacı öğrenmek yada öğretmek olmayan okumaya, okumak değil, ses çıkarmak denir

Kelimenin "karene" (قرن) kökünden türediği varsayıldığında, kelimenin kök anlamı "birbirine birleştirmek, birbirine bağlamak" şeklinde olacaktır 

kelime kökünün "karene" (قرن)  olduğu iddiasını en temelde el kitab çok açık bir biçimde reddeder 


Araf 204 

وَإِذَا قُرِئَ الْقُرْآنُ فَاسْتَمِعُواْ لَهُ وَأَنصِتُواْ لَعَلَّكُمْ تُرْحَمُونَ

Kur'an okunduğu zaman hemen susup onu dinleyin ki size rahmet edilsin. (Erhan Aktaş meali) 

yunus 15 

وَإِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُنَا بَيِّنَاتٍ قَالَ الَّذِينَ لاَ يَرْجُونَ لِقَاءنَا ائْتِ بِقُرْآنٍ غَيْرِ هَذَا أَوْ بَدِّلْهُ قُلْ مَا يَكُونُ لِي أَنْ أُبَدِّلَهُ مِن تِلْقَاء نَفْسِي إِنْ أَتَّبِعُ إِلاَّ مَا يُوحَى إِلَيَّ إِنِّي أَخَافُ إِنْ عَصَيْتُ رَبِّي عَذَابَ يَوْمٍ عَظِيمٍ

Bizimle karşılaşmayı ummayanlara, ayetlerimiz açık açık okunduğu zaman, onlar: " Ya bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir. " dediler...(Erhan Aktaş meali) 

yunus 61

وَمَا تَكُونُ فِي شَأْنٍ وَمَا تَتْلُو مِنْهُ مِن قُرْآنٍ وَلاَ تَعْمَلُونَ مِنْ عَمَلٍ إِلاَّ كُنَّا عَلَيْكُمْ شُهُودًا إِذْ تُفِيضُونَ فِيهِ وَمَا يَعْزُبُ عَن رَّبِّكَ مِن مِّثْقَالِ ذَرَّةٍ فِي الأَرْضِ وَلاَ فِي السَّمَاء وَلاَ أَصْغَرَ مِن ذَلِكَ وَلا أَكْبَرَ إِلاَّ فِي كِتَابٍ مُّبِينٍ

Ne durumda olursanız olun ve Kur'an'dan onun hakkında ne okursanız okuyun... (Erhan Aktaş meali) 

anlamaya çalıştığımız Kuran قرآن kelimesi cemi müzekker gaib- fi'l-i muzari şeklinde yunus 94 ayetine yine okumak anlamında karşımıza çıkmaktadır

yunus 94

فَإِن كُنتَ فِي شَكٍّ مِّمَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ فَاسْأَلِ الَّذِينَ يَقْرَؤُونَ الْكِتَابَ مِن قَبْلِكَ لَقَدْ جَاءكَ الْحَقُّ مِن رَّبِّكَ فَلاَ تَكُونَنَّ مِنَ الْمُمْتَرِينَ

Sana indirdiğimizden şüphedeysen, senden önce Kitab'ı (Tevrat'ı) okuyanlara sor!...(Mehmet Okuyan meali) 

el kitab ve Kuran kelimelerinin birbirinin yerine bedel olarak kullanıldığı çok çarpıcı bir ayet söz konusu 

Hicr 1 

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ

İşte bunlar (الَرَ) el kitab ve Kuran'ın, benzerlerinden ayrılmış olan ayetleridir. 


mübin مُّبِين kelimesi, bane بأن kökünden türer 


ayetin başındaki işaretlerin (الَرَ) kitab içinde benzerlerinden ayrı bir yere sahip oldukları gün kadar açıktır 

Hicr 1. ayet üzerinde çokca durulması gereken bir kapıyı aralamakta lakin konudan sapmamak adına, bu ayette el kitab ve Kuran kelimelerinin birbirinin yerine bedel oldukları ve el kitap ile ayetin başındaki (hurufu mukatta diye bilinen) işaretlerin kastedildiğini belirtmemiz şu an için yeterli olacaktır 

Nahl 98 

فَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرْآنَ فَاسْتَعِذْ بِاللّهِ مِنَ الشَّيْطَانِ الرَّجِيمِ

Kur'an okuduğun zaman...(Erhan Aktaş meali) 

İsrâ 45 

وَإِذَا قَرَأْتَ الْقُرآنَ جَعَلْنَا بَيْنَكَ وَبَيْنَ الَّذِينَ لاَ يُؤْمِنُونَ بِالآخِرَةِ حِجَابًا مَّسْتُورًا

Kur'an okuduğun zaman... (Ali Bulaç meali) 

ve daha bir sürü ayet Kuran'ın okunan bir şey olduğunu çok açık ifade etmektedir 

bu durumda Kur’an kelimesi fiilin "fu’lan vezni" ndeki mastarı olduğuna göre kök anlamı olarak "okumak" alınırsa mastarın anlamı "okuntu" olur.  okumak, ya öğrenmek ya öğretmek için mümkün olduğu için mastarın anlamı "öğreti" şeklinde olacaktır. 

Hicr 1. ayette el kitab ve Kuran kelimelerinin birbiri için bedel olması ve zuhruf 3. ayetteki جَعَلْنَاهُ cealnâ-hu fiilindeki "hu" zamiri, bir önceki âyette geçen "el-Kitab" kelimesine dönmesinden dolayı (benzer onlarca örnek ayet verilebilir) öğreti hâline getirilen şeyin el kitap olduğunu söylemek kaçınılmaz olandır 

Kur'an kelimesinin semantik analizi üzerine  linkte sıkı bir çalışma bulabilirsiniz 


zaten Râgıb el-İsfahânî karane ve karae şeklinde iki ayrı madde ele almış 

ve Kur'an kelimesini karae maddesi altında ele almıştır 

sözlüklere bakıldığında da Kur'an kelimesinin karene altında değil karae altında ele alındığı çok rahat görülebilir 

velhasıl kelam, el Kuran yani bu öğreti el kitab'tan açığa çıkmaktadır 

"Kuran kitap mıdır hitap mıdır? " tartışması söz konusudur fakat bu tartışma çok seviyesiz bir tartışmadır 

ketebe كتب fiilinin kökündeki anlam "yazı" dır. bu fiil enam 12 ve 54 de "ilke belirlemek" anlamında kullanılmıştır 

yazı'nın ilkesiz olması düşünülemeyeceği ve hatta yazı'nın muazzam ilkeler bütünü olduğu düşünüldüğünde ilke belirlemeyi ifade etmek için bu kelimenin seçilmiş olmasını anlamak zor olmayacaktır 

her noktada olduğu gibi bu noktada da belirleyici olan Kuran olduğunda, Kuran bize çok daha fazlasını söyleyecektir 

Araf 1-2

المص كِتَابٌ أُنزِلَ إِلَيْكَ فَلاَ يَكُن فِي صَدْرِكَ حَرَجٌ مِّنْهُ لِتُنذِرَ بِهِ وَذِكْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ

المص sana indirilmiş bir yazıdır...

Hicr 1. ayete mana verirken kitab kelimesine daha değinmediğimiz için kısmi bir çeviri yapmıştık

Hicr 1 

الَرَ تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ وَقُرْآنٍ مُّبِينٍ

İşte bunlar (الَرَ), bu yazının ve öğretinin benzerlerinden ayrılmış olan işaretleridir. 

Yusuf 1 

الر تِلْكَ آيَاتُ الْكِتَابِ الْمُبِينِ

bunlar (الر), benzerlerinden ayrılmış olan bu yazının işaretleridir 

Kuran'ın kendisine dair el kitab derken kastettiğinin söz değil yazı olduğunu ispata çalışmak bile anlamsızdır aslında. çünkü yeryüzünde hiç kimse kitab deyip hitap anlamaz. kitab kelimesinin hitap diye bir anlamı da yoktur

el kitab ifadesine hitab anlamı vermenin en temel saçmalığı, hitab خطب kelimesinin yine Kuran'da geçmiş olmasıdır 

Nebe 37 

رَبِّ السَّمَاوَاتِ وَالْأَرْضِ وَمَا بَيْنَهُمَا الرحْمَنِ لَا يَمْلِكُونَ مِنْهُ خِطَابًا

Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunanların Rabbı Rahman'dan. O'na hitabda bulunmaya kimse muktadir olamaz. (İbni Kesir meali) 

Kuran'ın yazılı değil sözlü iletildiğini desteklemek için kullanılan enam 7. ayette kitab kelimesinin nekira olduğu yani kastedilenin Kuran'a ait kitab değil, bir başka (herhangibir) kitap olduğu çok açıktır 

Enam 7

وَلَوْ نَزَّلْنَا عَلَيْكَ كِتَابًا فِي قِرْطَاسٍ فَلَمَسُوهُ بِأَيْدِيهِمْ لَقَالَ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ

“Eğer biz (bunu değil de bundan başka) herhangi bir yazıyı, sayfalara yazılı 
halde sana ulaştırmış olsaydık..... 

yani el kitab ile kastedilen öğretinin (Kuran'ın) yazı-yazılı belge boyutudur, el Kuran ile kastedilen ise el kitabtan açığa çıkan öğretidir. bu kopmaz bağ ve aynı zamanda ayrım çok ama çok mühim bir başka konuya kapı aralıyor ama mevcut konudan sapmamak adına bu bahsi başka bir çalışmaya bırakıyoruz 

gelelim asıl konumuz olan nüzul sürecine

meryem 58 

أُوْلَئِكَ الَّذِينَ أَنْعَمَ اللَّهُ عَلَيْهِم مِّنَ النَّبِيِّينَ مِن ذُرِّيَّةِ آدَمَ وَمِمَّنْ حَمَلْنَا مَعَ نُوحٍ وَمِن ذُرِّيَّةِ إِبْرَاهِيمَ وَإِسْرَائِيلَ وَمِمَّنْ هَدَيْنَا وَاجْتَبَيْنَا إِذَا تُتْلَى عَلَيْهِمْ آيَاتُ الرَّحْمَن خَرُّوا سُجَّدًا وَبُكِيًّا*

"Ulaikellezi" ile kastedilen kişiler surenin başından buraya kadar tek tek sayılıyor. aynı zamanda bu ayete göre resullerin ilk atası Adem’dir 

resullerin tamamı tek bir zürriyete mensuptur (a.imran 33-34)

resullerin davası da yolu da tek bir tanedir (enam 75-87)

resullerin tamamı birbiriyle akrabadır (enâm 87)

"İsmail, İshak (Şuayb), Yakup, Yusuf (İdris), Esbat, Harun, Musa, Davut, Süleyman (Zülkarneyn), Yunus (Lokman), Eyyub, Zekeriyya (Zilkifl), Yahya, İsa ve Muhammed" bunların hepsi İbrahim’in torunudur.

işte kuran yani el kitabın öğretisi, bu resullerin hatta öncesindeki akıllı iradeli varlıkların kıssalarının bütününden açığa çıkmaktadır 

resul رسل kelimesinin "haberci",  "risale taşıyan kişi" anlamları yanı sıra "yorulan kişinin yerine geçip kaldığı yerden devam etmek" anlamı var


yani risalet, kesinlikle bir süreçtir

işte nüzul-tenzil sürecide budur. konu gayet de açıktır aslında

metni baştan sona, hemde mealden, hemde bir çocuk bile okusa, çocuğa "evladım bir süreç gördün mü" deseniz, çocuk size "ard arda bir sürü haberci gelmiş" der. bunun dışında bir süreç kimse bulamaz kitaptan

kitabın metnine sadık kalmanın dışına 1mm bile çıkmışsanız, iman da etseniz inkar da etseniz farketmez, din diye bildiğiniz şey Kuran değil artık başka bir şey olmak zorundadır (ortak yerleri olsa bile) 

müslümanlar dahi, Kuran'ın ortaya koyduğu nüzul sürecine bakmadığı, dinini hikayelerden öğrendiği için, islam'ı muhammed'den ibaret sanıp Allah resulü Muhammed üzerinden şirk koşmaktadırlar

bu süreci görmeyen müslüman alemi İsrâ suresi ikinci ayet "Vav" ile başlamasına yani iki birin devamı olmasına rağmen birinci ayetteki isra'yı Musa yerine Muhammed'e bağlamıştır 


Kevser suresinde el Kevser'in kendisine verildiği kişiyi hiç kitabın içinde aramamıştır 

oysa hem kevser الْكَوْثَرَ hem ebter الْأَبْتَرُ kelimesi magrifedir. yani kitabın bir başka yerinde en az bir defa gündem edilmişlerdir 

Duha 3. ayette "Rabb'in seni bırakmadı ve sana darılmadı" ifadesindeki "sen" denen kişiyi hiç kitaptan aramamıştır. oysa ayetin devamında bu kişi için yetim (magrife الْيَتِيمَ) demekte ve bu kişinin kim olduğunu tespit etmek hiç de zor olmamaktadır (iki Resûlün bir an bir yerde yollarının bir amaç uğruna kesiştiğini düşünsenize) 


yine benzer şekilde inşirah 1-2 de "senin kökenini açıklamadık mı, senin vezirini sana atamadık mı" ifadesinin hangi kelimesinin izi sürülse ayette bahsedilen "sen" denilen kişi tespit edilebilir 

ki surede geçen ellezi الَّذِي ismi mevsulü okuyucuya git metnin kalanında bu bahsin karşılığını bul diye haykırmaktadır adeta


son olarak Hz Muhammed'in kalbine Kuran'ın sözlü olarak aktarıldığına delil getirmek için kullanılan ayeti ele alalım

Bakara 97 

قُلْ مَن كَانَ عَدُوًّا لِّجِبْرِيلَ فَإِنَّهُ نَزَّلَهُ عَلَى قَلْبِكَ بِإِذْنِ اللّهِ مُصَدِّقاً لِّمَا بَيْنَ يَدَيْهِ وَهُدًى وَبُشْرَى لِلْمُؤْمِنِينَ

De ki: "Kim Cebrail'e düşmansa (şunu iyi bilsin ki), Allah'ın izniyle onu (Kur'an'ı) senin kalbine,
kendisinden önce gelen (kitapların aslını) doğrulayıcı, bir rehber ve müminler için bir müjde olarak o indirmiştir.* (Mehmet Okuyan meali) 

ayette sen (قَلْبِ-كَ) ile kimin kastedildiğini anlamak için ayetleri bağlamından koparmamak - bütün halinde okumak yeterlidir 

çok değil 5 ayet geride, 92. ayette وَلَقَدْ جَاءكُم موسَى ifadesini yani musa'yı görmek bir okuyucu için kaçınılmaz olandır 


ayette bahsi geçen قلب kalb kelimesi başlı başına bir konudur (bu kelime müstakil olarak ayrıca ele alınabilir) fakat kısaca şunu demek mümkündür 


قلب kalb çevirmek, değiştirmek, dönüştürmek, dönüşüm anlamlarına gelir 

kalıb (Kâlib) şekil verebilmek için madenlerin içine döküldüğü veya ayakkabının içine konularak şekil verildiği şeye denir. yani Kâlib dönüşümü sağlar

inkılap toplumsal dönüşüm demektir 

kalb kelimesi ile kastedilen anlam muhakkak dönüşüm ile alakalı olmalıdır. Musa'nın dönümünü de adım adım Kuran'dan takip etmek zor olmasa gerek 

ama ayetlerin bağlamını hepsi yorum olan, hiç birinin doğruluğunu tepit etmenin mümkün olmadığı rivayetlerden değil, metnin devamından tespit etmek ile ancak anlaşılabilir el kitabın ne dediği 

.......................................................................................................................................................

13 Şubat 2022 Pazar

Fatiha 6. ayet üzerine.....

 Erhan Aktaş - Kerim Kur'an - Bize doğru yolu göster;

"اهدِنَا الصِّرَاطَ المُستَقِيمَ"
(İhdinas sıratel müstakim)

doğru yol ne demek ?

bizi doğru yola ilet!

hepimiz bir yere yürüyoruz anlaşılan ve bu üzerinde yürüdüğümüz bir yol yani! 
ve yine anlaşılan o ki, bu yoldan çok var ama bir tanesi doğru! 
bu mealden bu anlaşılıyor ve mantıklı görünüyor... 

ama bu ifade ne kadar ucu açık, ne kadar yoruma açık farkında mısınız? 
nereye çekseniz gelir. üzerine onlarca farklı tefsir yazmak mümkün ve yazılmış zaten. şu anda da okuyan herkesin aklına farklı bir şeyin gelmesi muhtemel. 

yolda mı yürüyoruz gerçekten? hayır tabi ki. 
o takdir de soyut bir yol söz konusu olmalı. 
yani "gidişat" gibi "ilerleme" gibi bir şey kastediliyor olmalı... 

gidişatı belirleyen ilmimiz, kitabtan edileneceğimiz şeyin adı da ilim nihayetinde. 

ilim yolundamıyız biz?

gerçi kelimeler söz konusu olduğunda aklına yatana/kendine mantıklı gelene iman ediyor birçokları, bu yüzden kelimeye doğru mana verilip verilmediğini umursayanımız çok az. 

ragıb el isfahani, bu kelimenin "yol" anlamına istiare ile geldiğini söyler. bu yüzden bu kelimenin ifade ettiği doğru anlama temas etmek lazım. hatta kuran'ın bu kelimeye yüklediği anlama temas etmek lazım


aksi halde "bize doğru yolu göster " ifadesi bizden allah'a (yada konuşan kimse artık) garip bir söylem oluyor

şöyle; zaten metnin kendisini allah'a izafe ettiğini biliyoruz. hem de kuran'ı okumadan biliyoruz bunu. 

doğru yolda bu metinden geçiyor olmalı. bunu en baştan varsaydığımız için okumaya başladık ve okumaya devam ediyoruz. yani yol konusunda endişemiz yok!!! 

bakın onlarca konu da ihtilaf ediyoruz, onlarca ayetin bağlamını bulamadık ama kitabı terk etmedik. soruların ancak bu kitabtan yanıt bulacağı konusunda hemfikiriz. 

kainata baktık ve arkasında akıllık iradeli ve ilkeli bir varlık olduğunu nizamın işleyişinden, nizamın ilkeli oluşundan, nizamdaki rahmetten gördük. 

eee bu kadar rahmeti olanın bizi salıvermesi yani savrulmaya terk etmesi de mümkün olmayacağına göre, bir şekilde bize bir klavuz göndermekte o'nun görevi. 

yani buna yol dersek, yahu zaten doğrunun bu yoldan geçtiğini biliyoruz. 

fatiha 6. ayetteki bu sözü eden resul benim bu bilgisiz halimle bildiğimi bilmiyor olabilir mi peki ?

o takdirde bu kelime yol diye çevrilemez

ÇÜNKÜ BU BİR YOL İSE, BİZ ZATEN ÜZERİNDEYİZ!
O ZAMAN BU DUA'YI ETMENİN NE ALEMİ VAR?

Ali İmran / 3:51
Allah, benim de Rabb'im, sizin de Rabb'inizdir. O halde O'na kulluk edin. Doğru yol budur. (erhan aktaş meali)

kulluk etmek yani allah'ın koyduğu sınırlar içinde kalmak doğru yol! ok. 

Enam / 6:87
Onların; atalarından, soylarından ve kardeşlerinden bir kısmını da. Onları seçtik ve dosdoğru yola ilettik. (erhan aktaş meali)

"Onları dosdoğru yola ilettik ve seçtik" de diyebilirdi. ama demiyor. seçilmiş ve takibinde "sıratın müstakim" ile buluşmuşlar. 

Enam / 6:153
Gerçekten bu, Ben'im dosdoğru yolumdur............(erhan aktaş meali)

bu ayet öncesinde (152) yetimler ve akrabalar konusunda uyulması gereken kurallar sayılıyor. bu ayet (Enam 153) öncesinde sayılanlar için "sırati mustekimen" diyor

Araf / 7:16
"Azdırmandan dolayı, onlar için* senin dosdoğru yolunun üzerine oturacağım." dedi. (erhan aktaş meali)

bu sözü edeni herkes biliyor. bu sözün sahibi gerçekten bir yol var ve o yolda mı oturuyor? o oturken, biz yanından yürüyüp gidemez miyiz?
ne oluyor yani, o yolda oturuyor olsa?
ne kaybederiz?
zaten yoldayız.
ne yapacak, bize omuz atıp şarampole mi itecek?

aslında ayet mealinin orjinal metin ile alakası yok . hazır gelmişken değinmeli

dedi ki; beni yanlış yönlendirmene karşılık bende senin yürürlükteki/doğru metodun üzerine temelleneceğim

bkz "غوي gwy" için

https://acikkuran.com/root/gwy (gwy - be misled - yanlış yönlendirmek)

sırat kelimesine metod manası verdim, çünkü yol kelimesinin kelimeye istiare ile verilmiş bir anlam olduğunu artık açığa çıktı ve kelimenin geçtiği ayetlere bakınca bu kelime ile kastedilenin ister soyut yada somut yol değil bir metod olduğu görülüyor. 

hem kelimenin anlamını tespit etmek için biraz etimolojik takip ile kelimenin "usul" anlamı olduğunu görmek zor değil.




a. imran 51 le sabit, kulluk sınırlarına girmek yani "la ilahe illallah" ı ilke edinmek bir metod edinmektir. 

buna tüm benliğini ile inanıyor yani güveniyor iseniz, artık her söze ve olaya bu ilke ile yaklaşırsınız. artık allah'ı görmezden gelerek ne söz söyler ne yazı yazar ne yazılanı okur ne iş yaparsınız. her eyleminizi belirleyen bir metod edinmiştiniz, artık kaçınılmaz olarak eylem ve söylemleriniz bu metodla şekillenecektir.

müminin her anına kılavuzluk eder "la ilahe illallah" ilkesi.

enam 87 de zaten seçim gerçekleşmiş, geriye metod edinmeleri kalıyor. sırat kelimesine yol anlamı verirsek zaten seçildiklerinde bu yol üzerinde oldukları için kelime tekrarı olacaktır bu ayetteki bu ifade. 

ama sırat kelimesine metod anlamı verisek " seçtik ve onlara doğru metodu verdik" gibi bir anlam ortaya çıkar ki herşeyden önce kelime tekrarı olmaz bu ifade. 

enam 153. ayetten önceki sayılanlar zaten birer metoddur. 

fatiha 6. ayete dönecek olursak;

bkz zaten 5. ayette sözün sahibi "yalnız sana kulluk eder ve yalnız sen'den yardım dileriz." diyor. 

yani, bu sözü eden her kimse, geleneksel tabirle doğru yol üzerinde. hemde öyle böyle değil. 

rabbim diyor, yalnız sana kulluk ederiz diyor, yalnız senden isteriz diyor.. 

şu an doğru yolda! olduğunu iddia edenlerin bir çoğu bile, ayetteki YALNIZ SANA (iyyake) ifadesini ihlal ediyorlar. 

ama bu ayette bu sözü eden bu sözü edip şirk içinde oluyor olabilir mi?

yani bu sözü eden kişi, bu bir yol ise kesinlikle zaten üstünde. hemde en ideal şekilde... 

ama bir de eğer bu bir yol ise yolun üstüne kalmak var. yani yolda olmak bir şeydir yolda kalmak başka bir şey... 

somut bir yol üzerindeysek bile bu yolda kalmak için bu yola has sabitelerimizin olması gerekir. yani metodumuzun... 

5. ayetten anlıyoruz ki, sözü eden kimse geleneksel tabirle zaten bu yolda. hemde olması gerektiği şekilde. artık ona bu yolda kalmak için doğru metod lazım. 

"el müstakim" kelimesi "sırat" kelimesinin sıfatıdır

"ihdina" (هدي) ifadesine "bizi ilet" manası verecek isek (bu kelime başlı başına bir çalışma konusudur aslında);

"bizi yürürlükte olan o metoda ilet" şeklinde bir mana ortaya çıkar... 

ki, buna çok ihtiyacımız var.

çünkü "Kuran yeter" diyenlere KURAN YETMİYOR!

Kuran, bir çok Resul'ün kıssasına aktarmasına ve onları birbirinden ayırmamasına rağmen, muhammed'i ön plana çıkarıp ona tapınanlar mı istersiniz.. 

Kuran, demediği halde ayetlerini mekki medeni diye ayıranlar mı istersiniz.. 

nasıl ve kime kaç defa indiğini kendisi tüm detayları ile ifade etmesine (bu o'nun hem iddiasının bir parçası hemde bunu yapıyor zaten) rağmen 23 yılda mekke-Medine de Muhammed'e indi diyeni mi istersiniz..

ayetlerin bağlamını kuran'dan aramak yerine 7.yy arabistanindan arayanı mı istersiniz.. 

tarihin en gerçek bilgisinin kendisi olduğunu iddia etmesine rağmen hâlâ uyduruk hikayelerden yola çıkıp ayetleri buhari müslüm'e (bilerek yada bilmeyerek) bağlayanlar mi istersiniz.. 

evsensel tek gerçeğin kendisi olduğunu iddia etmesine rağmen, bazı ayetlerinin tarihsel olduğunu iddia eden müslümanlar mi istersiniz..

yahudi herzelerini merkeze koyup, kuran'ı onlarla eğip bükenler mi istersiniz..

bilim denen yorumlama biçiminin verileri ile metni tahrif edenleri mi istersiniz..

sözün anlaşılması noktasında sözün ilkelerine itibar etmeyip, geri halan herşeye bakarak kelimelere yüklenen örfi anlamlar üzerinden meal ve tefsirlere bakıp içlerinden seçmeler yapıp  aklına yatacak kuran arayışını arayanlar mı istersiniz.. 

vs vs vs. 

yeryüzündeki hiç bir akıllı iradeli varlık, bir söz söylediğinde birbiri ile çelişen on farklı şey anlaşılmaz. bir söz bir şeyi ifade etmek için söylenir. söz, çok kapsamlı olsa bile kastedilen birbirinden farklı on farklı şey değil bir şeydir. o bir sözün biri bir kısmını, diğeri tümünü anlayabilir.
bu doğal bir kapasite meselesi. ama biz, birbiri ile çelişen başka başka şeyler anlıyoruz aynı sözden... 

biz bu metinden birbiri ile çelişen on farklı şey anlıyorsak, on farklı metod ile metne yaklaşıyoruz demektir

yani kesinlikle o metoda ihtiyacımız var bizim

...bizi yürürlükte olan o metoda ilet allah'ım...

10 Şubat 2022 Perşembe

kelimeler, atfedildiği kişiye göre anlam kazanır

genelde yaratmak diye çevrilen haleka (خلق) fiili başta olmak üzre bir sürü fiilde, başlıktaki nüans göz ardı edildiği için olsa gerek, bir anlam sorunu açığa çıkıyor


burada ele alınmak istenen konu "yaratmak" diye bilinen haleka (خلق) fiili aslında ama bazı örnekler verip konuya öyle gireceğiz

bkz Allah semi'dir basir'dir değil mi? Yani Allah, kesinlikle işitendir görendir.
إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ……

Kuran'da konuşan kişi bu vb ifadeleri çokca zikrediyor. hemde bu gibi ifadeler isim formunda geldiği için tartışma konusu dahi değildir. dileyen iman eder dileyen inkar

lakin işitmek (سمع) fiili , insan söz konusu ise evet kulak ile alakalıdır ama işitmek kulağın değil bilincin işlevidir. çevremizdeki onlarca ses, kulağımıza titreşimler halinde çarpar fakat biz, odaklandığımız sesler ile kastedileni kapasitemiz kadar anlarız

eşler arasında, özellikle kadınlar kocalarına "sen beni neden duymuyorsun" der bazen. hatta bazen erkek bu sözün edildiğini dahi işitmez. sesler adamın kulağına gelmediğinden değil, adamın aklı başka yerde olduğundan, adam eşinin sözlerinin sesleri kulağına gelmesine rağmen işitmez eşini

işitmek, insan söz konusu olduğunda kesinlikle odaklanma, kapasite ve ortam ile alakalıdır

konuşan çok uzakta ise, aynı dili konuşuyor olsanız dahi, sesler size yeterli seviyede ulaşamayacağı için yine anlamakta zorlanırsınız

yada düşünsenize, konuşanın konuştuğu dili bilmiyorsunuz. konuşan kişi bir saatte konuşsa, kullandığı kelimeler anlam ile tam uyum içinde olsa ve doğru cümleler kursa bile anlayamazsınız söylenenleri

demek ki, sesleri işitsek dahi anlamamız bizim potansiyelimiz ile de alakalıdır

bir kafede olduğunuzu düşünün. insan kime kulak verirse (odaklanırsa) onun sözlerini işitir. aslında ortamdaki belki de bütün ses dalgaları kulağımıza geliyordur ama kişi odaklandığı ses ile kastedileni kapasitesi kadar anlar. 
"kulak kabartmak" deyimi de bununla alakalıdır

şimdi işitmek insan için böyle ilen Allah için nasıl peki?

Allah'ın semi'un (سَمِيعٌ) olması, Allah dikkate alınmadan anlaşılamaz

yani Allah işitendir kesinlikle ama O, işitmek için kulağa ihtiyaç duymaz

çünkü kulak, insanın sesteki anlamı kavraması için gerekli sadece bir araçtır. diğer varlığına ihtiyaç duyduğumuz onlarca araç gibi

ses-dil uyumu, ortam vb herşey yerli yerinde olsa bile insan odaklanmaksızın hiç bir sözü işitemez. odaklanma vd unsurlar insana özel gereklilikler olduğu için, Allah kesinlikle tüm sesler ile kastedileni kesin bir bilgi ile bilir. çünkü insan için söz konusu olan zaman mekan vd engeller, Allah için söz konusu değildir

bakınız, işitmek yani sözün seslendirilmesinden açığa çıkan anlamın kavranması, Allah’ta başka şekilde insan da başka şekilde tezahur eder. işitme dediğimiz fiilde aslolan ses değil anlamdır

insan söz konusu olduğunda ses kulak akıl farkındalık kapasite vs devreye girer.
ama Allah için, sesin ne tonunun önemi vardır ne de sesin sahibinin hangi dilde konuştuğunun. çünkü bilmek yani alim olmak, Allah için tartışmasız bir niteliktir

O, o sese biz gibi kulak kabartmaksızın o sesler ile neyin kastedildiğini bilir. insan ise o sese odaklanmak zorundadır

Allah’ın basir’un (بَصِيرٌ) olması da insandaki görme gibi değildir. çünkü insan üzerinde düşünmeksizin gözü nereye bakarsa baksın baktığı şeyin hakikati üzerine bilgi sahibi olamaz. hatta görme üzerine düşünenler bilirler ki, gören göz değildir aslında. göz evet insan söz konusu olduğunda bu edimin bir parçasıdır ama görme kesinlikle zihnin bir edimidir

(“gören göz müdür zihin mi?” konusu üzerine film önerisi;
Allah söz konusu olduğunda basir’un kelimesindeki görme çok ama çok farklı bir hal alır

bkz, yolda yürüyorken üzerine karşısından hızla araba gelen birisi, arabaya doğru bakıyor olsa ve kaçmayıp arabanın altında kalsa, bu kişi için arabayı gördü diyebilir miyiz?

kişi üzerine gelen arabayı görmüş olsa tavır alması yani tepki vermesi hatta son celsede çarpılmış olsa bile bir tepki vermesi beklenir değil mi?

hiç tepki vermemiş, gelen giden yokmuş gibi arabaya doğru yürüyen birinin üzerine gelen araba istikametine baksa bile gelen arabayı gördüğü varsayılabilir mi?

peki Allah’ın basir’un (بَصِيرٌ) olması ne anlama gelir bu durumda ?

çok büyük bir soru aslında ama kısaca Allah zaman ve mekan ve kanılar ve adapte sorunu ve dalgınlık ve odaklanma gibi şeylerden ari olduğu için O, olan biten herşey hususunda kesin bir bilgi ile basir'un'dur

O’nun görmek için göze ihtiyacı yoktur

hatta kişisel bir kanaat olmakla beraber bana göre göz, insanın gerçeği görmesinin önünde bir engeldir, nesnel dünya için olmazsa olmazımız gibi algılanmasına rağmen

Allah'ın basir'un olması, görünen şeylerin tümünü kesin bir bilgi ile bilip, bu bilgi ile bir tavır ortaya koymasıdır (ve koymuş yani öngörmüş, resuller ve el kitab ile geleceğe dair akıllı iradeli varlıklara uyarılarda bulunmuş, kılavuz göndermiştir) 

çünkü insan söz konusu olsa dahi, gördüğü herhangi bir şey hususunda tavır almıyor ise (üzerine gelen araba örneğinde olduğu gibi) insanın gördüğünü varsaymak olanaksızdır

aslınsa işitme fiilinde de, işitenin işittiği tepki vermesinden belli olur. hakaret maruz kalan birinin, söz sahibine gülümsediğini düşünün. ya ahmaktır yada işitmemiştir deriz. aksi halde ne olursa olsun az da olsa bir tepki vermesi beklenir. karayolunun ortasında yürüyen birine, arkasından gelen araba korna çaldığında hiç tepki vermiyor ise işitmediği varsayılır

Allah'ın semi'un veya basir'un olması başlı başına ele alınması gereken bir konudur aslında. şimdilik bu kadar ile yetinmek durumundayız asıl konuya dönmek için

şunu demeye çalışıyorum aslında. her bir fiil failine, her sıfat atfedildiği kişiye göre anlam kazanır

bir android cep telefonu kullanıcısı için, telefonun çok fazla özelliğine hakim olduğundan dolayı telefon uzmanı denilebilir. android üzerindeki kullanıcı ayarları konusunda uzmanlık çok fazla sorunu çözüyor çoğu zaman. ama bir de android sistem yazılımına hakim bir uzman düşünün. ikisi de telefon konusunda uzman olmasına rağmen ikisinin uzmanlığı bambaşkadır. bakın uzman kelimesi burada sıfattır. ama kime atfedildiğine göre anlam kazanıyor yine kelime

alim ( عالم); "bilen" anlamına gelir, ism-i fâildir. bu kelime (علم) "bildi" fiilinin failidir

alime (علم) fiili de yukarıda ele aldığımız şekilde açığa çıkar. insan bilir yani alim olabilir ama Allah kusursuz/noksansız bir alim'dir. 
O'nun alim olması yani bilmesi kusursuzdur. çünkü O, bizler gibi ezberler ve genel kanılar ile mücadele etmek zorunda değildir bilmek için

insan bilir ama insan yanıldığını görür yer yer ve bildikleri değişir. yeniden bilir.sonra yeniden bilir sonra yeniden

maddeyi ve dolayısı ile zamanı yaratanın yeniden bilmesi diye bir durum söz konusu olamaz

yani insanın bilmesi, zaman şartlar kapasite ile hafıza ezberler içinde yaşadığı toplum o toplumun kanıları insanın içinde yaşadığı çağ o çağdaki dünya görüşü ve daha bir sürü parametre ile alakalı iken, Allah'ın bilmesi hiç bir engele takılmadığı için kusursuzdur

bilgisayar hakkında tüm kullanıcılar az çok bir şeyler bilir. ama bazı bilenler vardır klavyedeki "A" tuşuna bastığınızda ikili sayı sisteminde 10100001 şeklindeki bir verinin bir işlemcide işlendiğini ve hatta önceden belirlenmiş koşulların taranıp şartlar uygun ise bu verinin bir başka işlemciye yazıldığını dahi bilirler

bakınız bilmek, kapasite potansiyel pozisyon vb parametrelere bağlı olarak farklı tezahür ediyor herkeste...

haleka (خلق) fiiline gelince, yine fiil failine yani atfedildiği zat'a göre anlam kazanır

haleka fiilinin sözlükte; ölçmek, oranlamak, takdir etmek, tahmin etmek, yoktan var etmek, şekil vermek, örneği olmaksızın bir şey var etmek, şekillendirmek şeklinde anlamları var



işte tam burada, yukarıda üzerinde durmaya çalıştığımız incelik atlandığı için, kelimenin Allah dışında bir başkasına atfedilmesi noktasında anlam sorunu açığa çıkıyor

"yoktan var etmek" ifadesi mana bakımından saçmadır. yani "yok" diye bir şey bulup ondan bir şey yapmak söz konusu olamayacağı için bu ifadeyi "yok iken var etmek" şeklinde düzeltip kelimenin anlamlarını kategorize edelim.


1- ölçmek, oranlamak, takdir etmek, tahmin etmek, şekil vermek, şekillendirmek
2- örneği olmaksızın bir şey var etmek, yok iken var etmek

birinci sıradaki anlamlar, Allah dışındaki akıllı iradeli varlıkların bu fiil ile ilişkisi, ikinci sıradaki anlamlar ise Allah'a has olan anlamlardır

insan, hiç bir şeyi, az benzesin çok benzesin hiç bir şeyden esinlenmeksizin yani az benzeyen dahi olsa bir örnekten yola çıkmaksızın yapamaz

genel kanıya göre, kuşların uçabiliyor olduğunu gören insan uçabilen araçlar yapma fikrine kapılmış ve bu örnekten yola çıkarak uçak benzeri bir araç yapmıştır. sonra yapılan tüm uçaklar da önceki uçaklardan esinlenmek sureti ile yapılmıştır

araba dediğimiz araç özünde metal vd metaryallerin yığınıdır. ama birileri o materyalleri belirli/istenen oranlarda yeniden forma sokmuş, bir beklentiye karşılık bir araya getirmiş ve açığa yeni bir şey çıkmıştır. bkz 1 nolu anlamların neredeyse hepsi bu işlemin içinde var

ama kuş dediğimiz uçan canlıların varlığı noktasında, kuşun yaratıcısı için bir başka uçan varlık örneği gerekli değildir

bir paradoksa girmemek adına es geçiyorum detayları. ama şunu demeye çalışıyorum. Allah yaratmak için bir örnekten esinlenmek zorunda değildir. O ilmin de kaynağıdır varlığın kaynağı olduğu gibi

Ragıb El-Isfahani Müfredat'ta kelimeye "temelde" ifadesi ile "doğru bir biçimde oranlamak, ölçümlemek"anlamındadır demiştir. bu anlamdan sonra kelimenin Allah söz konusu olduğunda aldığı anlamı vermiştir

sözlüklerde kelimeye verilen anlamları, "Allah ve diğer failere ait " şeklinde ikiye ayırdım dikkat ederseniz. çünkü bir fiil, failini gözetmeksizin anlam kazanmaz. fail mutlaka dikkate alınmalıdır

(İbn Sîde, IV, 389; Cevherî, eṣ-Ṣıḥâḥ, “ḫlḳ” maddesin de bu kelimeye “takdir etmek, ölçüp biçmek" anlamlarını vermiş)

fiilin en temel anlamı "bir şeye oran belirlemek" yani "bir şeyden bir başka şey üretmek" şeklindedir

bu kelime Kuran'daki kullanımlarına dikkatli bakıldığında, yok olan bir şeyin var edilmesinden ziyade, var olan bir şeye yeni bir oran belirleme yani var olanı yeni bir forma sokma anlamında kullanıldığı rahatlıkla görülüyor

A.İmran 49. ayette, ayette kastedilen her ne olursa olsun nihayetinde İsa bir şeyden bir başka şey yapmakta, yani bir şeye yeni bir oran belirlemesinden bahsediliyor (أَنِّي أَخْلُقُ لَكُم مِّنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ)

A.İmran 59. ayette "خَلَقَهُ مِن تُرَابٍ" ifadesi ile görüyoruz ki yine bir şeyden bir başka şey açığa çıkıyor bu fiil ile

Nisa 1. ayet "خَلَقَكُم مِّن نَّفْسٍ وَاحِدَةٍ" ifadesi de yine bu fiil ile bir şeyden bir başka şey açığa çıkarıldığını söylüyor

Nisa 119. ayet "فَلَيُغَيِّرُنَّ خَلْقَ اللّهِ" Allah'ın belirlediği oranın değiştirilebileceğini söylüyor

maide 110 da benzer şekilde "وَإِذْ تَخْلُقُ مِنَ الطِّينِ كَهَيْئَةِ الطَّيْرِ بِإِذْنِي" izinle dahi olsa bir şeyden bir başka şey yapmak yani bir şeye yeni bir oran belirlemekten bahsediliyor

enam 2 "هُوَ الَّذِي خَلَقَكُم مِّن طِينٍ"
araf 12 "خَلَقْتَنِي مِن نَّارٍ وَخَلَقْتَهُ مِن طِينٍ"

bu iki ayettede bir şeyden yeni bir şey yapıldığını görüyoruz

Hicr 26" خَلَقْنَا الإِنسَانَ مِن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإٍ مَّسْنُونٍ" İnsan, bir şey ve ona bağlı bir şeyden yaratılmıştır. yani hep bir halden bir hale sokmak söz konusu bu fiilde

Hicr 27 " وَالْجَآنَّ خَلَقْنَاهُ مِن قَبْلُ مِن نَّارِ السَّمُومِ"
bkz, o can da bir şeyden yaratılıyor. yani bir şeyin bir sonraki yada diğer hali kendisi

Hicr 28 "إِنِّي خَالِقٌ بَشَرًا مِّن صَلْصَالٍ مِّنْ حَمَإ مَّسْنُونٍ" beşerin yaratılışı da bir şeyden bir hale gelmek şeklinde (insan da olduğu gibi) 

Nahl 4" خَلَقَ الإِنسَانَ مِن نُّطْفَةٍ" bkz o insan yine bir şeyden bir başka hale gelmek sureti ile yaratılıyor

İsrâ 61" لِمَنْ خَلَقْتَ طِينًا"
yine bir şeyden bir başka şey açığa çıkıyor bu fiil ile

kehf 37 " بِالَّذِي خَلَقَكَ مِن تُرَابٍ ثُمَّ مِن نُّطْفَةٍ ثُمَّ سَوَّاكَ رَجُلًا"
bkz ayet haleka fiilinin halden hale sokmak olduğunu ne kadar açık ifade ediyor

bu fiil ile alakalı diğer ayetler için bkz ;

velhasıl kelam, haleka (خلق) fiili, bir şeye yeni bir bir oran belirlemek, bir şeyi bir halden bir başka hale sokmak demektir

bu durumda fiilin ayetlerdeki anlamı, failini gözetmek (tabi gözetmek için önce tespit etmek) suretiyle belirlenecektir

şimdi bu fiilin Allah'tan başkası için kullanımının çok rahat görüldüğü bir kaç ayeti ele alalım

Enbiya 37 - "خُلِقَ الْإِنسَانُ مِنْ عَجَلٍ"
ecil her ne anlama gelirse gelsin ayette haleka fiili meçhul fiildir.
"خَلَقْنَا" ve "خَلْقُ اللَّهِ"
şeklindeki kullanımlarına bakıldığında Enbiya 37 deki yaratıcının kim olduğu Kuran'dan tespit edilmelidir. ezbere, özellikle bu ayette yaratıcının Allah yada nahnu olduğunu söylemek mümkün değildir. ayetin ne dediğinin yada ayetin bağlı olduğu ayetleri tespit etmenin büyük bir emek istemesi ayrı bir iştir evet ama fiilin meçhul fiil şeklinde geldiğini görmek için alim olmaya gerek yoktur 

Saffat 11 "أَهُمْ أَشَدُّ خَلْقًا أَم مَّنْ خَلَقْنَا إِنَّا خَلَقْنَاهُم مِّن طِينٍ لَّازِبٍ" hem yaratma'nın bir şeyi bir halden bir başka hale sokmak olduğunu, hemde Allah ve nahnu denilen kişiler dışında yaratan olduğunu açıkca ifade ediliyor. ayetteki halekna (خَلَقْنَا) ifadesinin faili nahnu iken halkan (خَلْقًا) ifadesi yine meçhul fiildir

netice itibari ile, her kelimenin mercisi tespit edilmeden sözler anlam kazanmaz

bu sebepten dolayı Allah'tan başka yaratıcı olmaz/olamaz söylemi ezbere bir söylemdir

kelimelerin atfedildiği kişi ile anlam kazanması durumu fiiller de olduğu gibi sıfatlarda da aynı şekildedir

Bakara 30 - "وَإِذْ قَالَ رَبُّكَ" (senin Rabb'in dediği zaman.....)
Rabb ile kastedilen Allah'tır demek için metnin devamına bakmamak kafi'dir

çünkü bu ayette sözü eden bir kişi, Rabb ile kastedilen bir kişi iken, 34. ayette çok ilginç bir biçimde "وَإِذْ قُلْنَا" (biz dediğimiz zaman...) şeklinde ifade çoğul geliyor

konuşan kim, Rabb kim, na (nahnu) - biz kim yada kimler başlı başına bir çalışma konusudur

ama her halukarda Rabb (ربب) kelimesi sıfattır ve atfedildiği kişiye göre kelime anlam kazanır

fatiha 2- الْحَمْدُ للّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ
bu ayette, Rabb, kesinlikle ve tartışmasız Allah'tır. çünkü hem Hamd ifadesi, hem alem kelimesinin tür ismi şeklinde olması (el takısı ile gelmesi) yani tüm akıllı iradeli varlıkları içine alması başka türlü izah edilemez

A.imran 80-
وَلاَ يَأْمُرَكُمْ أَن تَتَّخِذُواْ الْمَلاَئِكَةَ وَالنِّبِيِّيْنَ أَرْبَابًا.....
(O size, o melaike ve o nebileri Rabb'ler edinmenizi emretmez)

O Nebiler ve o Melaike'nin Rabb edinilmesi men ediliyor ayette

demek ki, bu mümkün ama ayet bunu yapmayın diyor

Nisa 23 ayetinde ki "وَرَبَائِبُكُمُ" ifadesine "üvey kızlarınız" manası veriliyor genelde

oysa Rabb (ربب) kelimesinin anlamı dikkate alınmış olsa, bu ifade "bakımını üstlendiğiniz, sizin gözetiminiz altındaki kızlar" şeklinde olmak durumundadır

çünkü Rabb (ربب) kelimesi; bakan, yetiştiren, büyüten, yöneten, tesis eden, bir şeyi adım adım tamamlayan, terbiye eden ve kemale ulaştıran anlamlarına gelmektedir


Yusuf 39 da, Yusuf, "hayr" (خير) bakımından bir muhakeme ortaya koyarken, olası bir durumu da ortaya koyuyor aynı zamanda
"أَأَرْبَابٌ مُّتَفَرِّقُونَ خَيْرٌ أَمِ اللّهُ الْوَاحِدُ الْقَهَّارُ"
ayetten anlıyoruz ki, Allah'tan gari Rabb olabiliyormuş ama bu durumun hayr bakımından sorunlu olduğu ifade ediyor Yusuf'un ağzından

kelimenin, adım adım tamamlayan ve kemale ulaştıran anlamlarını Kuran'da çokca ve açıkca görüyoruz

bir çok ayette Rabb; Resul adaylarını aşama aşama süreçlere sokarak onları olgunlaştıran, bu süreçte onları koruyup, gözeten, onlara yardımcı olan ve onları himaye eden kişidir

Not ; Eğer Resul adayı beklenen olgunluğu gösterirse kendisi Resul seçilir, göstermezse o kişiye risalet verilmez.
Adem Resul seçilmemiştir çünkü kendisi verilen ahiti unuttu ve kendisinde bir kararlılık bulunmadı

bu bakımdan Adem’in Resul olduğu ile ilgili ayet bulunmamaktadır

taha.115 - وَلَقَدْ عَهِدْنَا اِلٰى اٰدَمَ مِنْ قَبْلُ فَنَسِىَ وَلَمْ نَجِدْ لَهُ عَزْمًا
Andolsun biz daha önce Âdem'e ahit verdik. Fakat o unuttu. Onda bir kararlılık bulmadık. 

Bakara 30 daki" Rabb" ve onlarca defa "senin Rabbin" (رَبِّكَ Rabbi-ke) denen kişi tam olarak bu işi yani yetiştirme gözetme eğitmenlik işini yapıyor. ama burada Rabb yada Rabbin denmesi bizi bizden öncekilerin düştüğü hataya (tüm Rabb sıfatlarını alıp hepsini Allah olarak tanımlama) düşürmemeli, biz her durumda kelimenin sıfat olduğu bilinci ile kastedilen kişiyi yine el kitabın içinden öğrenmeliyiz

ama bu durumda "Kuran bir panteon mu ortaya koyuyor?" sorusu akla gelebilir

buna en güzel yanıtı ibrahim veriyor olsa gerek

Bakara 131 - إِذْ قَالَ لَهُ رَبُّهُ أَسْلِمْ قَالَ أَسْلَمْتُ لِرَبِّ الْعَالَمِينَ
Rabbi ibrahime teslim ol dediğinde, ibrahim "ALEMLERİN (tüm akıllı iradeli varlıkların) Rabbi'ne teslim oldum" demiştir

zariyat 56-58 de ise, Kuran'da kendisine nahnu denen kişilerin içinden biri (muhtemelen bir numara) hakkında çok açık ve çarpıcı bir detay söz konusu

zariyat 56 - وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
zariyat 57- مَا أُرِيدُ مِنْهُم مِّن رِّزْقٍ وَمَا أُرِيدُ أَن يُطْعِمُون
zariyat 58- إِنَّ اللَّهَ هُوَ الرَّزَّاقُ ذُو الْقُوَّةِ الْمَتِينُ
56 da "İns ve cin'i kulluk yapmaları için yarattım (oranladım/halden hale soktum)" diyen kişi
57 de "onlardan bir rızık da istemiyorum, beni doyurmalarını da" diyor

bu da demek oluyor ki, rızık ve doyurulmaya kendisi de muhtaç ama kimseden bir beklentisi yok bu zatın

58. ayette bunu açıkca deklare ediyor kendisi
"kesinlikle rızık veren, güçlü ve gücünde metin olan Allah'tır." diyor

bkz, Allah dışında birisi "haleka" fiilini yapıyor ve Allah'ı tesbih ediyor, otorite olanın ancak Allah olduğunu deklare ediyor, kendine hiç bir konuda pay biçmiyor, kendisini övmüyor/yüceltmiyor, beklenti içine girmiyor

aslında varya, beşer resuller de resullere el-kitabı verenlerde tek bir amaca hizmet ediyor ve kendileri adına tek bir beklenti içine girmiyor hiç biri

şuara 109 da Nuh " سْأَلُكُمْ عَلَيْهِ مِنْ أَجْرٍ إِنْ أَجْرِيَ إِلَّا عَلَى رَبِّ الْعَالَمِينَ"
ayet kısaca/kabaca ; "sizden ecir beklemiyor/istemiyorum, yaptıklarımın ecri ancak/yanlızca alemlerin Rabb'ine aittir" diyor

ecir sadece ücret demek değildir. sözlükte bu kelime, karşılık/tazminat/ödül, işe alma/ödeme/hizmet için ücret, kar olarak karşılanmıştır


yani, bir hususta beklenti içine girilmesi muhtemel herşeyi kapsar bu kelime

şuara suresinde aynı ifade (sizden ecir beklemiyor/istemiyorum, yaptıklarımın ecri ancak ecri ancak/yanlızca alemlerin Rabb'ine aittir) 145 te şuayb'in dilinden, 164 te lut'un dilinden, 109 da nuh'un dilinden deklare edilmiştir

bkz Kuran'da nahnu zamirinin kendisine döndüğü kişiler, kendisine Rabb denen kişi ve olumlu tanıtılan tüm kişiler hep Allah'ı tesbih etmekte ve Allah'a dua etmektedir

nahnu konuştuğunda yada rabb konuştuğunda yada Kuran'ı mahki eden kişi yada beşer Resullerden biri konuştuğunda genelde söz Allah ile şu vb şekilde bitmektedir;

hucurat 40 - ...........وَاللَّهُ عَلِيمٌ حَكِيمٌ (Allah alimdir hakimdir)
hac 74 - ..........اللَّهَ لَقَوِيٌّ عَزِيزٌ (Allah, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)
hac 75 - ............إِنَّ اللَّهَ سَمِيعٌ بَصِيرٌ (Allah işitendir görendir)
ahzab 25 - ..........اللَّهُ قَوِيًّا عَزِيزًا (Allah, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)
maide 74 - ............اللّهُ غَفُورٌ رَّحِيمٌ (Allah, Çok Bağışlayıcı'dır, Rahmeti Kesintisiz'dir)
şusa 19 - .........هُوَ الْقَوِيُّ العَزِيزُ (O, Mutlak Güç Sahibi'dir, Mutlak Üstün Olan'dır)

bu şekilde onlarca ayeti örnek getirmek mümkün. yani konuşan Allah değildir, zaten Allah'ın konuşması yazması nesnel olaylara dahil olması söz konusu bile olamaz.böyle bir Allah'a iman ettiğini iddia eden neye iman ettiğini bilmiyor demektir

El kitabı ulaştırma noktasında görevli, ister beşer ister melek resullerin tümü tek bir amaca hizmet ettikleri için hepsi Allah'ı tesbih etmekte, hiç biri yaptıkları şey için bir beklenti içine girmemektedir

bu durum mahkeme tebligatı getiren postacının durumu gibi anlaşılabilir. postacı getirdiği haber hususunda haberi aldığı gibi iletiyor içeriğine hiç müdahil olmuyor bunu yaptığı için postayı verdiği kişiden hiç bir beklenti içine girmiyor ise postacı posta konusunda yanlızca görev yapıyor denilebilir

bir de üstüne postacının bu haberi ulaştırma işini gönüllülük esasına dayalı yapıyor olduğunu düşünün, böyle olmasına rağmen çok çileler çekiyor hatta resmen görev için diğer insanların vazgeçmesi mümkün olmayan değerlerden vazgeçiyor ise burada bir panteonun olduğunu varsaymak ancak artniyet ile mümkündür

düşünsenize, postacı bir haber getiriyor ama getirdiği haber diğer herkeste olduğu şekilde etki yapıyor onun üzerinde de. yani getirdiği metnin emir ve nehiylerinden kendisi de sorumlu. ve inanılmaz bir fedakarlık söz konusu ayrıcalık beklemesi muhtemel iken

ama en ufak bir ayrıcalık beklemek yerine aksine daha fazla özveri ortaya koyuyorlar. bu sürece tanık olanın diyebileceği tek söz "emeği geçenlerden Allah razı olsun" olmak durumundadır

çünkü ne Musa'nın ne isa'nın ne Yusuf'un ne İbrahim vd lerinin ödedikleri bedeli ödemeyi göze alıp alamacağını düşünmek bile insanın tüylerini diken diken ediyor

yani hiç birisi yaptıkları şeyler ile bir pozisyon elde etmemiş, kendilerine dair bir beklenti içine girmemiştir

hani geleneği savunanların "Allah resulünü postacı yaptınız" diye bir sözü var ya, bu söz onların tapındığı muhammed'e biçtikleri pozisyonu savunmayı amaçlıyor aslında ama aynı zamanda ince bir nüansı içinde barındırıyor

hem resuller, hem resulleri gönderenler, hem onları eğiten/gözetenler tek bir amaca hizmet etmektedirler

el kitabı, insanlığa (akıllı iradeli varlıklara aslında) ulaştırmak. yani bu ifade tabiki eksik ve yersiz ama evet tümü yazılı metni ulaştırma noktasında postacıdır. (teşbihte hata olmaz, lütfen anlamaya çalışın)

yani ne beşer resuller, ne de onlara Rabb'lik yapanlar (kitapta nahnu diye karşımıza çıkan ve kitabın içinde kimler olduğu tanıtılan kişiler) yaptıkları şeyler için en ufak bir beklenti ve ödül derdine düşmemişlerdir

bir tanesi beklenti içine girmiş, o da adını tarihe İBLİS (belese; ümit kesmek, bir beklenti içine düşmek, bir beklentiye saplanıp kalmak) diye yazdırmıştır

nahnu zamirinin (bakara 30 daki Rabb da bu zamirin içine girer) kendisine döndüğü kimselere gelince konu çok büyük olmakla birlikte ezberlerin tümünü çöpe atmayı gerektiren bir konudur

bkz, Kuran'ın muhammed'in kalbine bilinmeyen bir yöntem ile iletildiği söylenen ayet (bakara 98 ) 92. ayetin devamıdır yani ayette bahsi geçen kişi Muahmmed değil Musa'dır. ayetin öncesini ve sonrasını mealden bile okumak yeter bunu anlamak için

yine isra suresi 2. ayet "vav" ile başlamasına yani 2 1'in devamı yani diğer bir parçası olmasına rağmen, 1. ayeti 2. ayetten koparıp, ayeti muhammed'e bağlamış yine el kitabı uyduruk hikayelerine mahkum etmiş, kitabı parça parça etmişlerdir 

Kuran'ın içinde mekki medeni ayetler göremezsiniz. 23 yıl hikayesini göremezsiniz. son resule verilen kitabın isminin Kuran olduğunu bile reddeder el kitab (rahman 1-4)

velhasıl kelam, nuzul sebepleri de kitabın içinden tespit edilmelidir, zamirlerin mercileri de hatta "Ikra'bismi rabbike...." (اقْرَأْ بِاسْمِ رَبِّكَ) ifadesindeki ke/sen kitabın içinden tespit edilmelidir

aksi halde el kitabı hikayelere uydurmak ve kitabı arapların kitabı yapmak dışında bir şeye hizmet etmiş olmazsınız.kime hizmet ettiğiniz neyse ama metni anlama noktasında olduğunuz yerden bir adım öteye gidemezsiniz anlatılar/hikayeler ile

Allah, dileyen herkesin ilmini artırsın. 

yeniden düşünme üzerine düşünce denemesi...

düşünme eylemi, çoğu zaman yapılageldiği gibi yalnızca zihinsel bir uğraş, kelimelerle oyalanmak-oynamak ya da belli fikirleri tekrarlamak -...