7 Nisan 2025 Pazartesi

öfke üzerine...


olan biteni anlamamışlığın kaçınılmaz tepkisi, sorumluluktan kaçışın dışa vurumu olarak öfke... 

öfke, insan davranışının en belirgin ve en yaygın duygusal tepkilerinden biridir. 

bir şey "istediği gibi" olmadığında, insanlar öfkeyi bir refleks gibi ortaya koyarlar. bu öfke, çoğu zaman haklılık iddiasıyla birlikte gelir. 

"bana haksızlık yapıldı", "bu olmamalıydı", "bunun sorumlusu kim?"... 

işte bu noktada, öfke sadece bir duygu değil, aynı zamanda bir yanılsama olur. bu yanılsama, olayların gerçek nedenlerini anlayamama, nedensellik zincirini kavrayamama ve en önemlisi, kişinin olan bitene kendi katkısının farkında olmamasından doğar.

öfke, anlaşılamayan, dolayısı ile kabul edilemeyen bir durumun önce zihinsel, sonra bedensel tepkisidir. bu tepki, aklın etkin olduğu yerde gereksiz hale gelir; çünkü akıl analiz eder, çözümler, ne olup bittiğini sebep sonuç dizgesi bağlamında anlar ve; ya durumu olduğu gibi kabullenir ya da kabullenmez ve mevcut durumdan çıkışı mümkün kılan aksiyon alır. 

fakat akıl, her olumsuz durumda sonuca etki edecek nedenleri değiştirir (yada en azından değiştirmek için gayret eder). 

öfke, anlamadaki eksiklikten ve bu eksikliğin sorumluluğunu başkasına yükleme arzusundan doğar.

aptallık ve öfke ilişkisi;

https://mstbysl.blogspot.com/2025/04/bilmedigini-bilmenin-degeri-uzerine.html

dietrich bonhoeffer'ın aptallık teorisi, aptallığı bilgi eksikliği olarak değil, düşünmeme hali olarak tanımlar. 

aptallık, kendi fikrini oluşturamamak, sorgulama becerisinden yoksun olmak ve düşünce yerine tepkisel davranışları tercih etmektir. işte tam burada, öfke ile aptallık arasındaki bağ netleşir; öfke, aklın ve sorgulamanın yerini duyguya ve yargıya bıraktığı anda ortaya çıkar.

aptal birey, olanı açığa çıkaran süreci anlamaya çalışmaz; olanın rahatsızlığını hisseder ama kaynağını düşünmez. bu durumda en kolay çıkış yolu öfkedir. öfke, burada bir savunma değil, bir teslimiyettir. 

düşünmeye direnen zihin, duyguyla yüzeysel bir tepkide bulunur. bu, düşünsel bir yetersizliktir ve bonhoeffer'ın da belirttiği gibi, aptallık tehlikelidir; çünkü aptal kendi kanıları ve kendini nasıl bu çıkmaza soktuğu üzerine yeniden düşünmek yerine diğerlerini yargılar ve genelde suçlar (en iyi ihtimalle bahaneler üretir. her bahane akli bir yetersizliktir). 

mantık ilminin aptallık ve dolayısı ile öfke karşısındaki tutumu;

mantık ilminin gündeme getirdiği üç temel ilke, sadece düşüncenin değil, aynı zamanda varlığın da temel ilkeleridir. 

özdeşlik ilkesi; a, a'dır. 

çekilmezlik ilkesi; a, a olmayan değildir. 

üçüncü halin imkansızlığı; a, b değildir. a, c değildir. a, d değildir. a, x değildir... değildir den ziyade olanaksız - imkansızdır. 

bu ilkeler, olayların ve olguların yapısına-niteliğine dair de ipucu verir. çünkü olan bir olay, bu ilkeler uyarınca önceden belirlenmiş bir nedensellik zincirinin sonucudur. yani olaylar, tesadüfen ya da keyfiyetten değil, zorunluluktan doğar.  

bir insan hem dürüst hem aynı anda dürüst değil olamaz. bir insan aynı anda hem evli hem bekar olamaz. 

dahası insan evlenmesi dolayısı ile evlidir. dürüst davranma iradesinin sonucu olarak dürüsttür. 

iradesini bu yönde kullanmayan birinin dürüst olması düşünülemez. evlenmeyen birinin evli olması söz konusu değildir. 

yani seçimlerin her biri zorunlu olarak seçimle özdeş sonuçları doğurur. 

özdeşlik çelişmezlik ve üçüncü halin olanaksızlığı yaşamın ortasında bize kendini göstermektedir. 

evlenmek isteyen biri evlilik için gerekli adımları atmış olduğunda zorunlu olan üçüncü hal gerçekleşir ve kişi evlenir (evlidir). kişi evli değilse ya özdeşlik söz konusu değildir yada sonucu olumsuz etkileyen çelişkili bir seçim yada durum ortaya çıkmış demektir. 

bu da bizi şu noktaya getirir; eğer bir kişi, olup biteni nedenleriyle birlikte anlama kapasitesine sahipse, onun öfkelenmesi anlamsızlaşır. 

çünkü bu birey, her olanın, daha önceki sebeplerle zorunlu olarak meydana geldiğini bilir. olan, başka türlü olamazdı. 

bir olay için " bu olmamalıydı" demek, mantık ilkeleriyle çelişir. 

bazılarının tahammülü zor olaylar karşıda "hayır, olamaz" dediklerini görürüz. zaten olmuş bitmiş olan bir durum için "olamaz" demek zihinsel bir sorundur. duygular bilinci devre dışı bıraktığında gerçeklik ters yüz olur ve muhtemelen travma ortaya çıkar.

eğer olduysa, olması gereken olmuştur. buradaki "gereklilik" etik, ahlaki yada öznel yargılardan bağımsız ontolojik bir zorunluluktur.

taşı bıraktığınızda düşer. hoşuna gitse yada gitmese, günah olsa yada olmasa, etik olsa yada olmasa, yasal olsa yada olmasa taş düşer. "hayır, olamaz" demek yada olan şey hususundaki tahammül sorunu (öfkelenmek) nedenselliğin (yada mantık ilminin) bilinmemesi dolayısı iledir. 

işte bu bilinç, kişiyi sadece mantıklı yapmaz; aynı zamanda onu özgür kılar. çünkü nedenleri anlayan bir zihin, hem ne olup bittiğini anlar hem de geleceği de öngörebilir. o zaman bu zihin, öfkeye değil, karar almaya yönelir. öfke, burada yerini sorumluluk almaya, neden-sonuç analizine ve geleceği inşa etmeye bırakır.

öfkenin yönü; suçlu arama refleksi... 

insanlar öfkelendiklerinde, genellikle öfkelerini başkaları üzerinden ifade eder. bu, klasik bir projeksiyon mekanizmasıdır; kişi, kendi kararlarının ve eylemlerinin sonucunda oluşmuş bir durumdan doğan rahatsızlığı, başka kişilere veya şartlara yükler.

ama bu, bir yanlış yöneliştir. çünkü kişi, bugün içinde bulunduğu durumu büyük ölçüde kendi geçmiş kararlarıyla belirlemiştir. 5 ya da 10 yıl önce yapılan tercihler, atlanan farkındalıklar, ertelenen sorumluluklar bugünü şekillendirir.

kişi başka şeyler yapmış olsaydı, bugün başka bir yerde ya da başka bir halde olurdu. bu basit görünen ama derin anlamlar taşıyan gerçeklik, öfkenin altındaki akli yetersizliği ortaya çıkarır. 

bir teori; şimdi içinde bulunduğunuz halden memnun değilseniz, son beş yılda yaptığınız ve yapmadığınız şeylerin sizi bu noktaya getirdiğini bildiğimize göre, şimdiden itibaren gelecek beş yılda, son beş yılda yaptığınız bazı şeyleri yapmamalı, yapmadığınız bazı şeyleri de muhtemelen yapmalısınız ki; memnun olmadığınız durumlar ortadan kalksın. gelecek beş yılda, geçmiş beş yılda olduğunuz kişi olmaya devam ederseniz; beş yıl sonra ne halde olacağınızı kestirmek bilindiği üzere pek zor değil. 

fakat şu detayı asla atlayamayız; suçlu ya da bahane aramak, sorumluluktan kaçma çabasıdır. 

bu kaçış da yine aklın yetersizliğini, mantık yürütememeyi, geleceği kurgulayamamayı gösterir. sorumluluk alan birey, öfke yerine analiz yapar. analiz eden birey, gelecek için yeni nedenler oluşturur.

sorumluluk ve düşünsel üretkenlik... 

öfkeyle mücadele, onu yok etmek değil, dönüştürmek demektir. bastırılan öfke patlar; ama dönüştürülen öfke, bilince ve inşaya dönüşür.

birey, sorumluluğu aldığı anda özne olur. suçlu arayan nesne olmaktan, geleceği kuran fail olmaya geçer. bu geçiş, düşünsel bir üretkenlik yaratır. sorumluluğun yarattığı yaratıcılık, öfkenin yerini alır.

çünkü öfke, gerçekleşmiş olanın değişmesini ister. düşünsel sorumluluk ise gelecekte olacakları değiştirir. fark budur. biri anın feryadıdır, diğeri zamanın-geleceğin inşası.

psikanalitik bir ayrıntı... 

psikanaliz, öfkeyi sadece anlamsal bir sorun olarak değil, aynı zamanda bilinçdışın bastırdığı enerjinin taşması olarak görür. bastırılmış arzular, reddedilmiş benlik imgeleri, çocukluktan gelen yarıklar, karşılanmamış beklentiler, hepsi birikip öfke olarak yüzeye çıkar.

freud'a göre öfke, bir nevi libidinal enerji kaymasıdır. birey, istemiş ama elde edememiş, beklemiş ama bulamamış, umut etmiş ama kırılmış bir yapıdır. bu durum, narsistik yapının çatlamasına yol açar. narsistik yapı, dünyayı kendi merkezinde sanan bir bilinçdışı yapıdır ve bu merkez yıkıldığında öfke doğar.

bu anlamda öfke, yıkılan benliğin feryadıdır.

kişi, öfkenin kaynağını anlayabildiği oranda onu yeniden kurabilir. bu yeniden kurulum, sadece psikanalitik terapiyle değil, aynı zamanda düşünmeyle - sorgulamayla da mümkün olur.

düşünce, öfkenin aşıldığı yerde başlar.... 

öfke, anlamamışlığın dışa vurumudur. anlamayan, öfkelenir; anlamaya çalışmak yerine yargılar. yargılamak, anlamaya engeldir; çünkü sabit bir pozisyona sığınır. oysa anlamak, esneklik ister, çok boyutluluk ister, neden-sonuç içinde yer bulmayı gerektirir.

suçlu ya da bahane aramak, kendini bu nedensellik zincirinden koparmak ve bir "kurban" pozisyonuna geçmek demektir (yada bir başka kurban suçlu ilan edilir). 

oysa kişi, bugün ne yaşıyorsa, o yaşamın üreticisi de odur. bunu kavrayan birey, öfkesini susturur. ama susmak korkudan değil, anlayıştandır.

işte düşünce, bu suskunluğun içinde başlar. anlamanın ışığında, öfkenin karanlığı dağılır...

insan ve bilgi arasındaki ilişki üzerine....

insanlar onlarca farklı şekilde tasnif edilebilir ama bu tasnifler çoğu zaman kimseye bir şey söylemez. insanların bazıları hırsızdır, bazıl...