aptallık, genellikle bilgi eksikliğiyle eş tutulur ve çoğu zaman bilmemek, aptal olmanın temel ölçütü olarak görülür.
oysa aptallık, salt bilgi eksikliğinden çok daha derin bir anlama sahiptir. eğer aptallık bilmemek olsaydı, dünyaya yeni gelen çocukların hepsini aptal olarak nitelendirmemiz gerekirdi. fakat biz bunu yapmayız, çünkü çocukların bilmemesi doğal ve geçici bir durumdur.
onlar, merak ederler, sorular sorarlar ve bilmeme durumundan bilgi edinme yolculuğuna çıkarlar. bu da bize gösterir ki, aptallık "bilmeme" durumundan ziyade, bilmediğini fark etmeme ya da bilmediğini kabul edememe durumudur.
eleştirel düşünce, bilgiyi sorgulama, tartışma, kendi doğrularını yeniden değerlendirme yeteneğidir. aptallık tam da burada devreye girer.
aptal kişi, bilmediğini fark etmeyen ve fark etse bile bunu kabul etmeyen kişidir. daha doğrusu aptal kişi, bildiğini varsaydığı şeylerin doğruluğu hususunda terettür etmeyen, yani yeniden düşünmemeye kararlı kişidir. bildiğini varsaydığı şeylerin bir mit yada dogma yada manipülasyon aparatı olup olmadığı ile ilgilenmeksizin, kanılarına iman eder.
onun zihni yeniden düşünmeye, tartışmaya ve dolayısıyla gelişmeye - dönüşüme kapalıdır. çünkü bilmeme durumunu eksiklik olarak değil, zayıflık olarak algılar ve bu zayıflığı gizlemek için "her şeyi biliyorum" maskesini takınır. bu yüzden her soruya bir yanıtı bulunur. oysa teknik olarak bu imkansızdır...
bilgi eksikliğini kabul etmekten kaçındıkça yada eleştirileri dikkate almamakta ısrarlı oldukça, kişi gerçek öğrenmeye ve düşünmeye kendini kapatır ve aptallık döngüsü böylece başlar.
içinde bulunduğumuz çağın en büyük trajedilerinden biri; herkesin her konuda bir fikrinin, bilgisinin olması gerektiği yanılsamasıdır.
dolayısı ile insan, kaynağına bakmaksızın - sorgulamadan servis edilen çoğu magazin olan haberlere sahih bilgi değeri değeri atfekte ve onlar için diğerleri ile mücadele etmektedir. doğal olarak bu açıdan diğerlerinin de kendisi ile aynı durumda olduğunu görmesi söz konusu olamaz.
sosyal medya, hızlı tüketilen bilgi parçacıkları, internet üzerinden erişilen yüzeysel veriler ve doğruluğu belirsiz bilgilerle dolu bir dünya, insanları "bilmiyorum" demekten kaçınmaya itiyor.
"okumadım", "bu konuda bilgim yok", "çalışmadım" gibi ifadeler, yetersizlik belirtisi olarak algılandığı için olsa gerek insanlar böyle ifadeleri kullanmaktan imtina ediyorlar.
halbuki bilmediğini açıkça ifade etmek, aptallığın değil, aksine aklın ve dolayısı ile bilincin yetkinliğinin göstergesidir.
aptallığın ölçütü, kişinin farklı görüşler ve fikirlerle karşılaştığında sergilediği tutumdur.
aptal olan kişi yeni ve farklı fikirleri anlamaya çalışmak yerine, kendi fikrini savunmacı veya yeni fikri reddedici bir tavrı benimse. çünkü yeni veya farklı fikirler, kişinin mevcut kabullerini tehdit eder.
oysa bilmediğini bilen kişi, farklı düşüncelerle zenginleşmekten çekinmez, yeni veya farklı fikirlere açık olur ve bu sayede zihnini sürekli olarak geliştirir.
sonuç olarak aptallık, bilmemek değil, bilmediğini bilmemektir. aptallık, bilmeme halini gizlemeye çalışmak, tartışmaya ve düşünmeye kapalı olmak, eleştirel düşünceyi reddetmektir.
"bilmiyorum" diyebilmek ise bilgelik yolunun ilk ve belki de en önemli adımıdır.
alman dünüşür dietrich bonhoeffer'ın aptallık teorisini dikkate alarak günümüz siyasal ve toplumsal ortamındaki gerilimi tarafsız ve objektif bir biçimde anlamak mümkün.
bonhoeffer, aptallığı bireysel bir kusur ya da basitçe zihinsel yetersizlik olarak değil, toplumsal ve siyasal boyutları olan bir olgu olarak değerlendirmiştir. o'na göre aptallık, zihinsel eksiklikten çok başlı başına bir niteliktir.
aptallık, ahlaki bir eksiklikten ziyade toplumsal bir sorundur ve bir tür toplumsal enfeksiyon gibidir.
insanlar kalabalıklar içinde bireysel akıllarını ve eleştirel düşünce yeteneklerini kaybederek kolayca manipüle edilebilir hale gelirler.
böyle bir ortamda kişi, grup kimliğiyle özdeşleştiğinde, kendi düşüncelerinden çok grubun ortak duygusal refleksleriyle hareket etmeye başlar. bu da kişinin sorgulamayı, eleştirel düşünmeyi ve özellikle farklı görüşlere açık olmayı terketmesine neden olur.
bonhoeffer'ın bu görüşleri, özellikle nazi almanya’sındaki toplumsal durumu anlamak için geliştirilmişti. aptallığın siyasal boyutunu vurgulayarak, totaliter rejimlerin insanları bilinçli olarak aptallaştırdığına, böylece kitleleri daha kolay kontrol ettiğine işaret etmişti.
o'na göre bu durum, bireysel düzeyde ahlaki çürümeye, toplumsal düzeyde ise büyük çapta yıkıma sebep olur. çünkü aptal kişi akıl yürütmeye, gerçekleri görmeye, farklı açılardan bakmaya kapalıdır ve kendisini uyaracak (yada eleştirecek) olanlara karşı öfke duyar.
siyasi kutuplaşmanın arttığı dönemlerde seçmenlerin karşı gruplara - fikirlere (tarafı ne olursa olsun, isterse tümüne karşı olsun) yönelik öfkesi, bonhoeffer'ın tanımladığı aptallık haline çok yakındır.
insanlar ideolojik olarak ait hissettikleri grupla özdeşleşerek eleştirel düşünce yetilerini kaybeder ve karşı tarafa yönelik nefret üretmeye başlarlar.
bu öfke, aslında kişinin kendi eleştirel kapasitesini bastırmasından ve kendi sorgulayıcı yanına yabancılaşmasından kaynaklanır. yani öfke, aptallığın sonucunda ortaya çıkar ve bireysel olmaktan çıkarak toplumsal boyut kazanır.
hangi siyasal görüşe sahip olursa olsun (isterse tüm siyasilere karşı olsun), ortaya çıkan öfke bonhoeffer'ın teorisinin günümüzde hatta gelecekte de geçerli olacağını göstermektedir...