1 Haziran 2025 Pazar

düşünme potansiyeli dolayımında ilke ve yasa...

düşüncenin nesnesi kişiler, öznel anılar ya da övgü-yergi yüklü yargılar olduğunda, zihin kaçınılmaz olarak bir patikaya sapar; duygusal boşalım ve çıkar hesabı. 

duygusal boşalım dedikoduya, çıkar hesabı ise öznel ve basit hesaplamaya karşılık gelir. 

her ikisi de bilinci canlı tutan soyutlama becerisini yok eder; çünkü dedikodu (ahmet, mehmet, ayşe, fatma hakkında konuşmak) anlık haz verir, hesaplama ise araçsal bir sonucun peşine takar - sürükler insanı.

oysa düşünme, araçsal olmaktan uzaklaştığında, kendi üzerine dönen bir bilişsel faaliyete dönüşür. 

burada düşüncenin nesnesi artık bir kişi (ya da kişiler) değil, bir kavram ya da ilke olur; hatta çoğu zaman doğrudan düşünme eyleminin kendisi masaya yatırılır.

insan düşünürken önce kendi kavram dağarcığını yoklar. kavramların içsel tutarlığını, sınırlarını, birbirleriyle olan zorunlu veya raslantısal bağlantılarını tartar. 

bu noktada hata kaçınılmazdır; çünkü kavramlar gündelik dilde rahatça kayar. fakat tam da bu hataları görmek, onları ayıklamak ve yerine daha tutarlı kavramsal örgüler kurmak düşünmenin ayırt edici niteliğidir. 

bu faaliyet sırasında zihin üzerine inşa olduğu dili yeniden dizayn eder; tutarsızlıklar ayıklandıkça sözler daha ilkeli, daha saydam bir yapıya kavuşur.

hesaplama ve hesaplaşma ise düşünmeye dışsal ölçütler dayatır. biri rakamların soğuk kesinliğine, diğeri hıncın ya da takdirin ılık baskısına teslim olur. 

hesaplama, çözümün doğruluğunu arar ama anlamını sorgulamaz; hesaplaşma, haklı çıkmayı arar ama hakikati umursamaz. 

düşünme ise doğruluğun yanı sıra anlamı, hakikatin yanı sıra tutarlılığı da gözetir. bu yüzden felsefi geleneklerde düşünme, logos kavramıyla özdeşleşmiştir; logos yalnızca söz değil, aynı zamanda oran, ilke, düzen demektir.


düşüncenin bu kendine dönük niteliği onu bilinç inşasının temel aracına çevirir. kişi düşünürken sadece dış dünyaya (dahası insanlara) dair hükümler vermez; aynı zamanda bilincini hangi ilkelerle kullanacağına karar verir. 

buradaki her düzeltme, düşünürün bilincini yeniden inşa eden bir tuğla gibidir. zamanla kişi, dedikoduya sarf edeceği enerjiyi kavramların iç bağlantılarını çözmeye, övgü-yergi uğruna harcayacağı dikkati bir ilkenin zorunluluğunu ve  zorunlu sonuçlarını izlemeye yönlendirir.

toplumsal örüntülerin ezici çoğunluğu bu içe dönük gayreti teşvik etmez; çünkü duygusal boşalım ve araçsal hesaplar hem hızlı ödül sunar hem de kalabalıkları kolay bir arada tutar. 

bu yüzden insan türünün büyük bölümü, düşünme potansiyeline sahip olduğu halde onu sistemli bir alışkanlığa dönüştüremez. 

düşünmenin zahmeti, kısa vadede sosyal sermaye getirmez; oysa dedikodu ve ortak hesaplar kabile bağlarını pekiştirir.

buna karşın bilinçli düşünür, kendi düşünme süreçlerini gözlemleyip kendi hataları ifşa ettikçe, onlardan arınma fırsatı yakalar. 

tutarsızlığın farkına varmak bile zihnin yapısını değiştirir; çünkü fark edilen çelişki artık taşınamaz hale gelir ve düşünüre kendini düzeltme olanağı yaratır. 

böylece düşünme, giderek özsel ve düşünsel bir temizlik işine dönüşür. kişi yalnızca ne düşündüğünü değil, nasıl düşündüğünü de dönüştürür.

sonuçta dedikodu ve hesaplama, zihni dar bir çevrimde dolandıran, kolay ulaşılır ama sığ iki alışkanlıktır. 

düşünme ise bilinç inşa etmek isteyen kimse için zor, yavaş ve kimi zaman yalnızlığa mahkum bir yolculuktur. yine de bu yolculukta atılan her adım, insanı kendi sözünün üstadı kılar; çünkü sözü artık başkalarının gölgesinde gezmez, kendi iç tutarlığından doğar. düşüncenin nesnesini kişilerden kavramlara, hesaplardan ilkelere, anlık duygulardan zamana direnen yapısal-düşünsel sorunlara kaydırmak, insanı zihinsel bir rastlantıdan bilinçli bir varlığa terfi ettiren başlıca eylemdir.

dilimizde, kullanım şeklinde bakıldığında resmen düşünmeye ihanet içeren namus diye bir kavram var. 

namus sözcüğünün kökeni nomostur. eski yunancada νόμος, düzenleyen ilke, yasa, alışkanlık anlamlarını taşır; aramice-süryanice nūmūs üzerinden arapçaya nāmūs biçiminde geçmiş ve orada da "yasa, ilahi buyruk, ahlak kuralı" manasını korumuş. türkçedeki namus da bu arapça biçimden gelir. bkz; nişanyan sözlük, wikipeida... 

klasik yunan düşüncesinde nomos, physisin karşısında yer alır; doğada kendiliğinden işleyen zorunluluklara karşılık, insanların koyduğu ama yine de evrensel ölçü sayılan kurallar bütünüdür. 

sofistlerden itibaren "yasayı kim koyar, neye dayanır" tartışması felsefenin merkezindeydi. platon’un devlet diyaloğunda logos-ratio ile nomos-yasa bir arada anılır çünkü aklın bulduğu düzen ilkesi, yazıya döküldüğünde nomos adını alır. bkz; encyclopedia britannica 3...

müslüman geleneğinde nāmūs kelimesi hem "ilahi vahiy düzeni" hem de "töre" karşılığı kullanılmış. hatta bazı rivayetlerde cebrail'e "namus-i ekber" denmesi, yasayı bildiren melek kavramından gelir. 

ancak osmanlı türkçesinde namus, tedricen "kişisel vakar, iffet, haysiyet" anlamına daralmış. 

kavramın on dokuzuncu yüzyıldan itibaren kadının cinsel bütünlüğüne indirgenmesi, ataerkil tahakkümün dili nasıl yozlaştırdığının en bariz belirlenimlerinden biridir. 

at-avrat-silah üçlemesinde "avrat" kavramıyla yan yana anılması da bu daralmayı hızlandırmış olmalı; namus artık evrensel yasa değil, aile şerefini koruyan duygusal barikat haline gelmiş. 

böylece kavram, soyut ilkeden somut bedene taşınmış. yasa anlamı gözden düşmüş, çünkü namus dile geldiğinde hukukun değil gururun, kamusal düzenin değil kişisel öfkenin tetikleyicisi olmuş. 

nihayetinde toplumsal bilinç, "yasa" yı devletin bir aparatı sanarken, "namus" u da aile içi duygusal mülkiyet gibi algıladı. 

sonuçta insan bilinci toplumsal düzeyde kendi içine çöktü ve hem soyut hukuk hem de ilkelerin anlamı ve değeri yok oldu; insanlar yasaları düşünmek yerine, kendilerine ait küçük namus alanlarını korumaya yöneldi. 

kavramın daralması, düşünme faaliyetini de yok etti; insanlar ilke ve yasa üzerine akıl yürütmektense, duygusal herhangibir bir kırmızı çizgiye tutunmakla yetinir hale geldi. 

oysa düşünebilen bir insan için yasa kavramı cebir kadar temel bir aparattır. cebirde işlem ne kadar tutarlı yapılmak zorundaysa, düşüncede de yasa ilkesi aynı zorunluluğu barındırır. 

başkalarının yasaya inancı kalmamış olsa bile (bu aslında zihinsel bir problemdir) düşünebilen kişi kendi logos-nomos çerçevesini ihmal etmez; aksi halde tutarlılık imkansızlaşır.

dolayısıyla kavramı kökenindeki geniş anlamına iade etmek, yalnız hukuk kültürünü değil düşünme disiplinini ve tutarlılığını mümkün kılar. 

namusu bir bedensel ya da ailevi dokunulmazlıkla sınırlamayıp, nomosun anlam evrenine—yani ortak aklın kurduğu ilke düzenine—geri taşıdığımızda, yasanın değeri yeniden görünür olur. 

bu dönüşüm, dedikodu ve hesaplaşmanın kısa vadeli coşkusuna karşı düşüncenin uzun vadeli tutarlılığına yer açar; çünkü anlamı üzerine düşünüldüğünde namus, düşünsel evrensel yasaya sadakatidir, başkalarının adına bedenine ya da yapıp - yapamadıklarına değil.

yeryüzünde o'na değer veren kimse (düşünen insan) kalmamış olsa dahi, yasa ve ilke özü itibari ile değerlidir.

çünkü yasa ve ilke kavramlarını ilk olarak doğada görürüz. kurtlar kuşlar böcekler yağmur rüzgar mevsimler ve hatta tüm doğa olayları ilke ve yasalara bağlı işler.

yani yaşamı mümkün kılan doğanın, yaşamı mümkün kılması bağlı olduğu yasa ve ilkeler dolayısı iledir. 

o halde insanın yasa ve ilke üzerine düşünmemesi ve dolayısı ile sadakatinin olmaması; insanın zihinsel bir problemi olduğunu resmeder...

toplumlara bakıldığında hep yapılanın, kişisel ya da kurumsal hesaplaşmalar bağlamında dedikodu yapmak olduğu görülür... 

yeniden düşünme üzerine düşünce denemesi...

düşünme eylemi, çoğu zaman yapılageldiği gibi yalnızca zihinsel bir uğraş, kelimelerle oyalanmak-oynamak ya da belli fikirleri tekrarlamak -...