bireysel yargıdan kolektif yargıya geçiş
insan bir düşünceye sahip olduğunda bu sadece onunla sınırlıymış gibi görünür. ama çoğu zaman birey, düşüncesine yalnızca inanmaz, onu doğru olan şey olarak hisseder. bu his, düşüncenin kişisel olmaktan çıkıp evrensel bir doğru olduğunu varsaydığına dönüşmeye başlamasının ilk adımıdır. bu noktada kişi artık sadece kendi değerlerini yaşamaz, başkalarınınkini de bu değerlerle ölçmeye başlar. burada ölçmek, anlamak için değil; yargılamak içindir.
çünkü birey için artık "ben böyleyim" yeterli değildir, "herkes böyle olmalı" düşüncesi hakimdir.
bu bireysel yargı, zamanla bir başkasıyla birleştiğinde bir düşünce ortaklığı doğar. benzer düşünen insanlar bir araya geldikçe, bu ortaklık grup bilincine evrilir. artık düşünce değil, kimlik konuşur.
böylece bir değer yargısı, "biz" duygusuyla kutsanır. kutsanan her düşünce, sorgulanamaz olur. sorgulanamaz her şey, katılaşır. katılaşan her şey, karşısındakini tehdit olarak görmeye başlar.
işte burada kolektif yargı doğar. insanlar artık yalnızca bireyleri değil, grupları yargılar. ve daha da kötüsü, insanlar bireyleri ait oldukları gruplar üzerinden yargılar. bir kişinin ne söylediği değil, nereden konuştuğu önemli hale gelir. böylece insan, birey olmaktan çıkar; bir etiketin, bir inancın, bir kimliğin temsilcisine indirgenir.
bu geçiş sessiz olur ama etkisi yıkıcıdır. bir toplumda yargı bireyden çıkarak gruba yönelmişse artık anlaşma zemini değil, taraf olma zorunluluğu vardır. çünkü her kolektif yargı, diğerini dışlayarak kendini var eder. biz varsak, onlar yanlış olmak zorundadır. burada artık doğru arayışı bitmiş, aidiyet savaşı başlamıştır.
böylece bireylerin içsel yargıları, toplulukların birbirini mahkum ettiği kültürel, dini, ideolojik yapılara dönüşür.
bu yapılarda birey olmak değil, bir görüşü temsil etmek önem kazanır. ve her temsil, karşıtını bastırmak ister. bu nedenle en masum görünen bireysel kanaatler bile, birikerek insanlık için derin uçurumlar yaratır.
dahası çoğu zaman (muhtemelen her zaman) kitlenin görüşü dogsa olmasına rağmen, durup düşünmek yerine diğerini sindirmek yada yok etmeye yönelik eylemler sergilerler.
"dünyada neden kan, göz yaşı, yıkım, savaş, çatışmalar var?" sorusu böylece insanın doğası ve sosyoloji üzerinden basit bir şekilde anlaşılabilir.
tüm bahaneler akli bir yetersizlik ürünüdür. başkasını suçlamak yine akli bir yetersizlik ürünüdür. faal bir akıldan en temelde kendi eksiklerini tamamlaması beklenir. oysa kitlelerin oluşması ve dolayısı aidiyet buna asla izin vermez.
bir sorun varsa bu asla bizde değil her zaman başkalarındadır!
düşünmeye direnmenin en basit yolu budur. kolay, konforlu ve suçlu bulmak basit...
buna kaç kişi hayır diyebilir ki?