24 Mart 2025 Pazartesi

en büyük özür imkan varken düşünmeye direnmektir...

 





değer yargılarının hakikat olarak benimsenmesi, herkesin kendi doğruları ile diğerlerini yanlış kılmasının zorunlu nedenidir. ve artık diğerlerinin şahsına saldırı kaçınılmaz olandır.

insanlık tarihi, yalnızca uygarlıkların yükseliş ve çöküşlerinden değil, aynı zamanda "doğru" kabul edilenlerin zamanla nasıl içselleşip başkalarının "yanlış" olarak yargılanmasına sebep olduğunun da tarihidir. 

bu, sadece fikirlerin savaşı değil, fikirlerin insanları boğduğu, hayatları gasbettiği, toplulukların kendi değer sistemlerini evrensel sanarak diğerlerini ezdiği bir tarihtir. ve neredeyse tüm büyük trajedilerin ortak paydasıdır.

küçük kabilelerde bile ortak ahlaki değerler oluşur. bu değerler, grubun güvenliğini sağlamak için işlevseldir. fakat bir kabilenin "kutsalı", diğer bir kabilenin "günahı" olabilir. birinin göğe baktığı yerden diğerinin yere bakması yargı sebebi olur. antropologlar, tarih öncesi dönemlerde farklı ritüellere sahip toplulukların bir araya geldiklerinde sıkça şiddete başvurduklarını tespit etmiştir. neden? çünkü "bizim doğru bildiğimiz, onların yanlışıydı". yargılayan zihnin kibri zamanlar ötesi - evrensel!

antik mısır'da firavunun tanrı olduğuna inanılırdı (anlatı bu yönde). ona karşı gelmek sadece siyasi değil, kozmik bir suçtu. biri çıkıp da "firavun tanrı değildir" dediğinde sadece bir muhalif değil, evrenin düzenine tehdit olarak görülürdü. yani, bir "doğru" vardı ve bu doğru sorgulanamazdı. benzer şekilde, mezopotamya’da hammurabi yasalarıyla şekillenen hukuk düzeni, sınıfsal ayrımları kutsarken bu düzeni sorgulayan herkes düzen bozucu ilan edildi. çünkü sabitlenmiş değer yargıları bir defa yerleşti mi, bütün sorgulamalar sapkınlık halini alır.

antik yunan'ın demokrasi beşiği atina'da sokrates, gençleri baştan çıkarmakla ve tanrılara inanmamakla suçlandı. çünkü o, "doğru" sanılan şeyleri sorguluyordu. toplumun sabit değerlerine çomak sokuyordu. ve cezalandırıldı; zehir içirilerek öldürüldü. onun ölümü, "herkesin kendi doğrusuyla diğerini yanlış kılması" nın en çarpıcı örneklerinden biridir. sokrates'in "bildiğim bir şey varsa, o da hiçbir şey bilmediğimdir" sözü, kesin doğrulara inananlar için tehditti. oysa adam sadece sorular soruyordu yahu...

türk tarihinin erken dönemlerinde de değer yargılarının sabitleşmesiyle farklı düşünce, inanç ve yaşama biçimleri bastırılmıştır. mete han, büyük bir askeri deha olarak tüm boyları birleştirirken, birlik için çok sesliliğe yer vermedi. düzen adına, itaat etmeyen kabileler bastırıldı. timur, hem islamı savundu hem de islamı farklı yorumlayanları acımasızca yok etti. sivas!ta binlerce osmanlı askerini diri diri gömdü; çünkü onun "doğru" suna karşı bir duruştu onlarınki. 

anadolu'daki alevi-bektaşi inancı, zaman zaman bu değer çatışmalarının hedefi oldu. değer yargısı sabitlenince, tarih hep aynı kalemle yazıldı; farklılık ya sapkın sayıldı ya da ihanete eş tutuldu...

osmanlı çok uluslu ve çok inançlı bir yapıydı. görünürde farklı inançlara hoşgörü vardı ama bu hoşgörü, sınırlarla çevriliydi. sünni anlayış devletin resmi mezhebiydi. alevi-bektaşi topluluklar, safevi etkisi bahanesiyle defalarca kıyıma uğradı. yavuz sultan selim döneminde on binlerce alevi katledildi. 

sebep? devletin "doğru" kabul ettiği inanç sistemine uymamaları. 

pir sultan abdal, sadece düşündüğü ve düşündürttüğü için asıldı. çünkü "başka türlü düşünen" hep tehlike olarak görüldü.

cumhuriyet devrimi, osmanlı'dan farklı bir değer sistemini savundu. dinin kamusal alandan çekilmesi, çağdaşlaşma, batılılaşma gibi ilkeler yeni bir "doğru" kümesi oluşturdu. fakat bu yeni doğrular da zamanla mutlaklaştı. eski değerleri savunanlar gerici, yobaz ilan edildi. tekkeler, zaviyeler kapatıldı; binlerce yıllık gelenekler yok sayıldı. alfabenin, kıyafetin, eğitimin değişmesiyle bir tür hafıza kesintisi yaratıldı. 

laiklik, özünde öyle olmamasına rağmen dini yok sayma noktasına geldiğinde inanç sahipleri de "eski kafa" diye aşağılandı. bir değer yargısı diğerine üstünlük sağladığında, çatışma kaçınılmaz oldu. bir zamanlar dindarlar modernleri, şimdi modernden yana olanlar dindarları yargılamaya başladı.

gelinen günde değer yargıları sadece din ya da gelenekle sınırlı değil. bilim bile bir inanç sistemine dönüştürüldüğünde, kendi dışındaki her düşünceyi yok sayabiliyor. bilim insanları, "deney ve gözleme dayanmayan her şey saçmadır" dediklerinde, metafizik ya da manevi düşünceleri dışlıyorlar. ama bir çok dindar da aynı şeyi yapıyor; "bizde hakikat var, bilim sınırlı ve yanıltıcıdır" deyip bilim insanlarını cehaletle suçluyor. 

dindarlar ateistleri, ateistler dindarları küçümsüyor. sosyal medya tartışmalarında bunu açıkça görmek mümkün; biri "allah’a inanıyorum" dediğinde diğerinden "bilimden habersiz cahilsin" cevabı geliyor. diğeri "bilim diyor ki" dediğinde "bilim sadece yorumdur, hakikat benim dinimdir" yanıtını alabiliyor.

ve bu çatışma, ellerde güç olduğunda kıyıma dönüşüyor. çin, ateist komünist yönetimiyle milyonlarca müslüman uygur türkünü kamplarda tutuyor, ibadetlerini yasaklıyor. çünkü hükümet "din yanlış" olduğuna emin. ama geçmişte veya başka coğrafyalarda iktidar dindar olduğunda da ateistlere yaşam hakkı tanınmıyor. çünkü "inkarcı" diye etiketleniyorlar. 

demek ki sorun ne dinde ne bilimde, sorun değer yargısının sabitleşip diğerini yok sayması.

bu yalnızca devletler düzeyinde olmadı. bir köyde bile, kadın biraz farklı giyindiğinde, gençler başka müzikler dinlediğinde, biri evlenmeyi reddettiğinde ya da çocuk sahibi olmak istemediğinde toplumun sabit değer yargıları devreye girer. dışlanır, yaftalanır, dedikoduya kurban gider. çünkü kalabalıklar farklı olanı anlamaya çalışmaz; kendi doğrusunu korumak için onu yargılar.

bugün modern! dünyada bile, dijital platformlarda insanlar kendi doğrularına uymayan herkesi linç ediyor. bir söz, bir yorum, bir tercih yeterli; birden kalabalıkl "sen şusun" "sen busun" diye şahsına saldırıyor. tıpkı orta çağdaki cadı avları gibi, modern linçler de sabit değer yargılarının dijital suretleri halinde.

bunun sonu yok, sabit değer yargıları kendini sürekli yeniden üretir. insanlar düşünmeyi bıraktığı anda başkalarını yargılamaya başlar. çünkü düşünmek, kendi doğrumuzun da sorgulanabilir olduğunu kabul etmeyi gerektirir.

ve bu yüzden en büyük özür, tahammülsüz- anlayışsızlıkla yapılan yargılama ve dolayısı ile verilen hükümlerdir.

aristotales'e atfedilen "insan düşünen bir hayvandır" ifadesinde evrensel bir değer varsa o da insanın düşündüğü değil hayvan olduğu olmalıdır. böyle olduğu için değil söze değer atfetmeye çabaladığım için bunu diyorum. çünkü, insanların kendi dogsalarına ölümüne bağlılığını, düşünmemek için direndiklerini ve düşünmek yerine sadece hesap yaptıklarını görmemek mümkün değilken, insanın düşündüğünü görmek nerdeyse olanaksızdır...

yeniden düşünme üzerine düşünce denemesi...

düşünme eylemi, çoğu zaman yapılageldiği gibi yalnızca zihinsel bir uğraş, kelimelerle oyalanmak-oynamak ya da belli fikirleri tekrarlamak -...