insanın olan biteni dışsallaştırarak şikayet etmesi, bir başkasını suçlaması ya da bahane üretmesi, düşünsel bir eylem değil, düşünceden kaçıştır.
çünkü düşünmek, neden-sonuç ilişkisini kurmak ve çözüm üretmek demektir. çözüm üretmeyen düşünce, aslında bir düşünce değil, zihinsel bir çınlamadır.
psikolojide bireyin dış dünya ve bilinç altıyla kurduğu ilişki temel belirleyicidir. insan bir olayla karşılaştığında ya o olayı analiz eder ve kendine düşeni yapar ya da o olayla baş edemediği için savunma mekanizmalarına sığınır.
bu vb durumlara viktor frankl çok özel bir örnektir. toplama kampında yaşadığı onca acıya rağmen, kurban psikolojisine sığınmamış, yaşadıklarını anlamlandırmış ve kendi ifadesiyle "insan her durumda bir tutum alma özgürlüğüne sahiptir" demiştir. bu tutum, düşünsel bir eylemdir. çünkü çözüm arayışı içerir.
ama çoğu insan frankl gibi davranmaz. çünkü sorumluluk almak acı vericidir. kişi, yaşadığı olumsuzlukları kendi iç dünyasında anlamlandırmak ve onlardan bir çıkış yolu bulmak yerine, suçlayarak kendini korumaya çalışır. bu, aslında bir tür ruhsal ekonomidir. psikolojik konfor, hakikatin acısına tercih edilir. işte bu tercih, tembelliğin ve düşünce kaçkınlığının psikolojik temelidir.
bahane üretmek, freudyen savunma mekanizmaları arasında "yansıtma" ve "inkar" biçiminde karşımıza çıkar. kişi, kendi içsel yetersizliğiyle yüzleşmek yerine, başkasının davranışlarını hedef gösterir. bu bir tür zihinsel yanılsamadır ama kısa vadede rahatlatıcıdır. uzun vadede ise bireyi gerçeklikten koparır.
bir başka psikolojik düzlemde, albert ellis'in rasyonel duygucu davranış terapisi yaklaşımı vardır. ellis'e göre, insanlar olaylardan değil, olaylara verdikleri anlamlardan etkilenir. bir insan başına gelen bir olayda kendine şu soruyu sorar; bu benim suçum mu, başkasının mı? eğer kişi çözüm üretmek yerine sadece suçlu arıyorsa, bu onun irrasyonel düşünce kalıplarına sıkıştığını gösterir. yani aslında düşünmüyor, düşünüyormuş gibi yapıyordur.
sosyolojik olarak, toplumsal yapılar bireyin davranış kalıplarını şekillendirir. toplumsal düzlemde düşünmeyi zorlaştıran temel etkenlerden biri, bireyin kendini sorumlu bir özne olarak değil, edilgen bir figür olarak görmesidir. bu edilgenlik, tarih boyunca pekiştirilmiş kültürel kalıplarla da desteklenir.
örneğin, sürekli dış güçler söylemiyle büyüyen bir toplum, kendi iç dinamiklerini analiz etmekte zorlanır. toplumun geneline yayılmış bu zihinsel refleks, bireyin olaylar karşısında önce kendine değil, hep dışa bakmasına neden olur. bu da öğrenilmiş pasifliktir.
frankfurt okulunun özellikle adorno'nun kültürel endüstri eleştirisi bu noktada devreye girer. insanlar, düşünmeyi ve analiz etmeyi bırakarak medya, tüketim kültürü ve hazır bilgi ile uyuşturulur. bu da kitlesel tembelliği besler. herkes şikayet eder ama kimse çözüm üretmez. çünkü çözüm üretmek, öncelikle sorunun parçası olduğunu kabul etmeyi gerektirir.
toplumsal normlar da düşünmeyi değil, itaat etmeyi teşvik ettiğinde bireyde entelektüel cesaret gelişmez. çünkü düşünmek yalnızlaştırır, aykırılaştırır ve bazen bedel ödetir. dolayısıyla birey, şikayet ederek kalabalığa ait olur, düşünerek yalnızlaşır. bu yüzden çoğu insan şikayeti seçer. çünkü o, güvenlidir.
burada pierre bourdieu'nün habitus kavramı önemli. bireyin düşünce ve davranış kalıpları, içinde yetiştiği sosyal çevre tarafından belirlenir. bir toplumda sürekli suçlama, şikayet ve mağduriyet konuşuluyorsa, birey de düşünmek yerine bu kalıpları tekrar eder. çünkü başka türlü davranmak, sosyolojik olarak sapkınlık sayılır. bu da düşüncenin bastırılması anlamına gelir.
şikayet eden, bahane üreten ya da suçlayan birey, aslında aklını devre dışı bırakmakta, sorumluluktan kaçmaktadır. bu kaçış hem psikolojik hem de sosyolojik düzeyde desteklenir.
birey kısa vadede rahatlar ama uzun vadede çözüm üretmediği için kendi acısında boğulur. frankl gibi davranmak mümkündür ama bunun için cesaret, özgürlük ve sorumluluk duygusu gerekir.
velhasıl kelam düşünmek cesaret ister ve bunu herkes yapamaz. hatta bunu herkesin yapmasını beklemek dahi akli bir yetersizliğin çıktısıdır.
dünyanın her yerinde ve her çağda düşünmeyi olanaksız kılan onlarca örneğin içine doğar insan.
en basitinden ülkemizde sürüye uyurak; solcu olup sağcıları suçlayan yada sağcı olup solcuları suçlayan biri olmak kolaydır. zaten suçlamaların ve bahanelerin hepsi ilgili medya kuruluşları tarafından servis edilir. sizin zerre kadar düşünmenizi gerektiren bir durum yoktur.
oysa siyaset ve politika üzerine kavramsal olarak düşündüğünüzde, siyasilerin de inandırıldığı ve dolayısı ile doğru olduğunu varsaydıkları şeyleri yaptıklarını, taraftarlarınında inandırıldığı ve dolayısı ile doğru olduğunu varsaydıkları şeyleri yaptıklarını anlamak zor değildir.
düşünmenin en bariz çıktıklarında birisi şudur; onlar sürekli bahane üretir ve birbirini suçlar ama düşünür ne onları suçlar, ne olan biten yada içine düştüğü durum için bahane üretir. o çözümler ve çözüm üretir kendisi için. dilerse inandırılmış olanlarda bunu yapabilir ama kendileri bilir!
bir düşünür kimseye bir şeyi dayatmaz. çünkü özgürlük çok yüksek bir değerdir. dileyen bir sürüye dahil olmayı seçebilir pekala...