19 Mart 2025 Çarşamba

politika ve siyaset üzerine...

resmi özellikle seçtim çünkü; en kötü durumda içinden çıkılması gereken bir labirent olmalıydı önümüzde ama her halukarda bir kaos ortamı var maalesef. 

çünkü; kılıçtaroğlu, erdoğan, bahçeli, özel yada imamoğlu'nu (yada trump, putin farketmez) konuşmaktan meseleleri kavramsal olarak ele alıp düşünmeye ayıracak vaktimiz (yada potansiyelimiz 🤭) yok gibi... 

politika ve siyaset, toplum yönetiminin araçları olarak varlık gösterirken, bunları icra eden politikacılar için en büyük öncelik kendi varlıklarını ve pozisyonlarını korumaktır. 

bu, sadece bireysel çıkarlarla sınırlı bir durum değil; mesleki zorunlulukların, sistemin dinamikleriyle birleşerek yarattığı bir kaçınılmazdır. 

politika yalnızca fikirlerin değil, güç dengelerinin de yönetimidir. dolayısıyla bir politikacı gerçekte neye inanırsa inansın, toplumun belirli kesimlerine hitap etmek, onların ilgisini çekmek ve desteğini almak zorundadır. aksi takdirde ayakta kalamaz. bu, siyasi sistemin kendisinin ürettiği kaçınılmaz bir problemdir.

peki, politikacı bu gücü elde etmek için ne yapar? modern demokrasilerde seçim kazanmak için milyonlarca, hatta milyarlarca dolar harcanıyor. siyasete girmek isteyen birinin bu parayı gözden çıkarması gerekiyor. 

burada kritik soru şu; biri neden bir devlet görevi için bu kadar büyük paralar harcar? saf bir kamu hizmeti aşkıyla mı? hayır. çünkü bir iş insanı, bir yatırımcı, hatta rasyonel bir birey bile, eğer bir şeye büyük bir meblağ yatırıyorsa, ondan daha fazlasını alacağını bilerek hareket eder. aksi takdirde zaten zihinsel bir özür yada kusur olduğunu varsayarız... 

bu, siyasetin en çarpıcı gerçeklerinden biridir. seçim için servet harcayan bir politikacı, seçildikten sonra bu parayı fazlasıyla geri almak zorundadır. bu yüzden de siyasi kararlarını, seçmeni değil, onu finanse edenleri mutlu edecek şekilde alır. büyük şirketler, ihaleler, medya kartelleri… halkın gözünde “hizmet” gibi görünen birçok icraat aslında bu güç sahiplerine borç ödemekten ibarettir. bu durumdan hiç bir siyasetçi kaçınamaz. 

aklınıza bu çözümlemenin aksine üç beş isim geliyor ise meseleyi kavramsal olarak ele almıyor, bir habere ikna edilmiş ve siyasetin içinde duruyorsunuz demektir. oysa resmin tümünü görmek için, resimden biraz uzaklaşmak zorunluluktur.

tam bu noktada özgür ve faal bir aklın siyasileri benimsemesi ve hatta onları anlamsız bir şekilde savunması meselesine geliyoruz. özgürlük, kişinin kendi düşüncelerini ve tutumlarını sorgulayabilmesiyle başlar. 

faal olmak ise, sadece düşünmekle kalmayıp bu düşünceler doğrultusunda hareket edebilmeyi içerir. 

ancak siyasi bağlamda, özgür ve faal olduğunu iddia eden bireylerin dahi, sıkça politikacılara bağlandığını ve onları savunmak durumunda kaldığını görüyoruz. 

eğer bu yaptıklarından para kazanmıyor yada siyasiler tarafından fonlanmıyor ise burada zihinsel bir özür olduğunu varsaymak zorlama bir yorum değildir. 

bu durumun bu hale gelmesinin birkaç temel nedeni var... 

öncelikle ideoloji, insanın dünyayı anlamlandırma biçimi olarak bir tür psikolojik güvenlik sağlar. bir insanın hayatı boyunca geliştirdiği değerler, inançlar ve aidiyetler, onun siyasi tutumlarını da büyük ölçüde belirler. 

bu nedenle dindar biri dindar bir politikacıyı, milliyetçi biri milliyetçi söylemde bulunan bir politikacıyı, cumhuriyetçi biri kendisini cumhuriyetçi olarak tanımlayan bir politikacıyı destekleme eğilimindedir. 

burada kritik nokta, politikacının gerçekten bu değerlere inanıp inanmadığı değil, söylemlerinin seçmen tarafından nasıl algılandığıdır. 

bu, bir tür ideolojik yankı odası yaratır; seçmen kendi dünya görüşüne uygun düşen figürü desteklerken, onun eylemlerini sorgulamaktan kaçınır. 

işin ironik tarafı, dindar seçmenin desteklediği politikacı kendi çıkarı için her türlü yolsuzluğu yaparken, dindar seçmen hala onun "halkın adamı" olduğuna inanır. 

milliyetçi seçmen, ülkesini satan politikacıyı "büyük lider" olarak görmeye devam eder. 

sosyal adaleti savunan bir kesim, fakirliği artıran (yada çözüm üretecek zamandan yoksun) bir yönetimi "ezilenlerin sesi" olarak alkışlamaya devam eder.

cumhuriyetçi seçmen, cumhuriyetin en temel değerlerini hiçe sayan bir politikacıyı başka gerekçelerle savunmaya devam eder.

politikacıların eğitimli ve nitelikli olup olmaması da çoğu zaman belirleyici olmaz. çünkü seçmenin büyük bir kısmı hukuk, siyaset bilimi ve sosyoloji gibi alanlarda eğitim almadığı için, bir politikacının donanımını ve gerçek yetkinliğini sınayabilecek kapasiteye sahip değildir. 

bu durumda, seçmenin politikacıları değerlendirme kriterleri daha yüzeysel hale gelir.

üörneğin bir politikacı sık sık dini referanslar veriyor, milli değerleri ön plana çıkarıyor veya mağdur edebiyatı yapıyorsa, bu onun liyakat sahibi olduğuna dair bir kanıt gibi algılanabilir. ama gerçek ne? gerçekte, liyakatten yoksun politikacılar her seçim döneminde kamu bütçesinden milyarlarca dolar harcayarak kendi propagandalarını yaparlar. halkın hastaneye randevu alamadığı, eğitimin çöktüğü, işsizliğin rekor kırdığı bir ülkede, milyonlarca dolarlık seçim kampanyaları düzenlenir. halkın cebinden çıkan paralarla, halkı manipüle etmek için yüzlerce saatlik televizyon reklamı, sosyal medya operasyonları, büyük miting organizasyonları yapılır. tüm bunların sonunda da halk, kendisini soyan insanlara alkış tutmaya devam eder.

mağduriyet söylemi de burada önemli bir faktördür. tarihte ve günümüzde pek çok politikacı, kendisini mağdur veya saldırı altında gibi göstermiş ve bu yolla büyük kitleleri etkilemeyi başarmıştır. çünkü insanlar doğaları gereği mağduru ve mazlumu desteklemeye eğilimlidir. politikacılar da bunu çok iyi bildikleri için, eleştirildiklerinde ya mağdur rolüne bürünür yada bunu genellikle halkın iradesine bir saldırı olarak yansıtırlar. bu da seçmen nezdinde politikacıya yönelik eleştirileri etkisiz hale getirir ve tam tersine politikacının desteklenmesini artırabilir. 

örneğin yolsuzluk yaptığı açıkça ortaya çıkan bir politikacı, buna yanıt olarak “bu bana karşı bir komplo” dediğinde, destekçileri bunu sorgulamak yerine bir komplo olduğuna inanır. 

bir diktatör, basını susturduğunda “ülkemizin bağımsızlığı için bunu yapmak zorundayım” dediğinde, halk gerçekten bağımsızlığının tehdit altında olduğuna inanır. gerçekte olan ise, sadece güç sahiplerinin koltuklarını korumak için halkı manipüle etmesidir.

bir diğer önemli faktör, siyasetin doğasında yalanın kaçınılmaz olmasıdır. siyasetçiler, en azından makyavelist bir perspektiften bakıldığında, toplumun tamamını tatmin edecek vaatlerde bulunmak zorundadır. ancak gerçeklik, çoğu zaman bu vaatleri yerine getirmelerine izin vermez. 

ekonomik, sosyal veya politik kısıtlar nedeniyle çoğu vaat ya ertelenir ya da tamamen unutulur. ancak politikacılar hiçbir zaman bunları birer başarısızlık olarak kabul etmez; bunun yerine, gerçekleştirememelerinin nedenlerini dışsal faktörlere bağlarlar. bu da seçmenin gözünde onların güvenilirliğini korumasını sağlar. çünkü halk, "şartlar zordu", "iktidar yada muhalefet izin vermedi", "dış güçler engelledi" gibi gerekçeleri kabul etmeye çoktan hazırdır. 

oysa gerçek, çoğu zaman basittir; politikacılar vaat ettiklerini hiç yapmaya niyetli değildi. sadece seçimi kazanmak için bu sözleri vermişlerdi.

insanların kendisini siyasetin dışında bağımsız bir gözlemci olarak konumlandıramaması büyük bir sorundur. insanlar siyaseti, bireysel yaşamlarına doğrudan dokunan bir şey olarak gördüklerinde, politik aktörlerle aralarına mesafe koymakta zorlanırlar. 

oysa özgür ve faal bir akıl, politikacıları birer meslek icracısı olarak değerlendirip, onların söylem ve eylemlerini sürekli sorgulamalıdır. 

ancak bu yapılmadığında, politikacılar toplum üzerindeki etkilerini sürdürmeye devam eder ve siyaset, rasyonel tartışmalardan çok duygu ve kimlik eksenli bir mücadeleye dönüşür. 

sonuç olarak da halk, kendi çıkarlarını koruması gereken mekanizmayı, kendi çıkarlarına aykırı çalışan bir oligarşiye dönüştürür.

en başta ele alınması gereken bir kavram tartışması olarak politika ve siyaset kavramları üzerinedw düşünmeden geçmemek gerek. 

politika ve siyaset kavramları sıkça birbirinin yerine kullanılır ama aslında farklı anlamlara gelir.

politika, daha genel bir kavramdır ve bir amaca ulaşmak için izlenen yöntemleri, stratejileri ve karar alma süreçlerini ifade eder. bu sadece devlet yönetimiyle sınırlı değildir. bir şirketin, bir sendikanın, bir ailenin hatta bireyin bile kendine ait politikaları olabilir. örneğin bir şirketin müşteri kazanmak için izlediği yol da bir politikadır, bir devletin eğitim sistemiyle ilgili aldığı kararlar da. politika, yönetim mekanizmalarını oluşturma ve yönlendirme süreci olarak tanımlanır. 

siyaset ise daha dar anlamda, devlet yönetimiyle ilgili güç mücadelesini ifade eder. siyaset, kimlerin karar alma yetkisine sahip olacağı ve bu yetkiyi nasıl kullanacaklarıyla ilgilidir. bu yüzden siyaset genellikle iktidar mücadelesi, seçimler, partiler ve siyasi figürlerle anılır. siyaset, insanların yönetim üzerindeki etkilerini artırma ve koruma sürecidir.

bu farkı netleştirmek için şöyle bir örnek verilebilir: bir ülkenin ekonomi politikası, ekonomik büyüme ve gelir dağılımıyla ilgili alınan tüm kararları kapsar. ama bu kararları kimin alacağı ve nasıl alacağı meselesi siyasetin konusudur. 

politika, bir toplumun nasıl yönetileceğini belirlerken, siyaset bu yönetimi kimlerin üstleneceğini ve bu süreçte nasıl bir mücadele verileceğini belirler.

bu ayrım önemli çünkü politik süreçler toplumun tamamını ilgilendirirken, siyaset genellikle belirli grupların çıkar çatışmalarıyla şekillenir. 

politik kararlar uzun vadeli etkiler yaratabilir ama siyaset genellikle kısa vadeli çıkar hesaplarına dayanır. bu yüzden de siyaset, politikadan daha kaotik, daha manipülatif ve çoğu zaman daha yozlaşmış bir alan yaratır. 

daha çarpıcı olan ise siyaset kelimesinin seyis kelimesi ile aynı kökten türemesidir.


velhasıl kelam kavramsal olarak siyaset ve politika üzerine düşünmek, mekanizmanın nasıl çalıştığını anlamaya ve dahası manupule edilmekten kaçınmaya olanak sağlarken, reel politik ile (isimler üzerinden) siyasetle ilgilenmek hem manupulasyona elverişli hemde insanı siyasetin bir fiil içine sokan bir tavırdır. 

insan mekanizmanın nasıl çalıştığını anlamadığı halde siyasetin içine girdiğinde kaçınılmaz olarak en az birine taraf olacak ve hatta belki de öznel beklentileri için sürekli yalan konuşan birinin yaşadığı sürecin nesnesi olacaktır sadece.

böylesi bir sürecin içinde aklın faal olması söz konusu olamaz. çünkü ne beklentiler size ait, ne onların çatışmaları ne de yaşanan süreç... 



yeniden düşünme üzerine düşünce denemesi...

düşünme eylemi, çoğu zaman yapılageldiği gibi yalnızca zihinsel bir uğraş, kelimelerle oyalanmak-oynamak ya da belli fikirleri tekrarlamak -...