21 Mart 2025 Cuma

suç ve ceza üzerine

çocuklar çoğu zaman yapmamaları gerektiğini bildikleri halde bir şeyi yaparlar. örneğin bir çocuk odasını dağıtmaması gerektiğini bilir ama yine de dağıtır. kardeşiyle kavga etmemesi gerektiğini bilir ama sinirlenince ona vurabilir. burada çocuğun neyin doğru neyin yanlış olduğunu anne babasından öğrenmiş olması, o eylemin yanlış olduğunu gerçekten bildiği anlamına gelmez.

çünkü çocuk, o bilginin ne anlama geldiğini henüz deneyimlememiştir. yine de toplum olarak çocuğa ceza vermeyiz. biz ona suçlu değil, yaramaz yada hatalı deriz. uyarırız, öğretmeye çalışırız. çünkü bilginin davranışa dönüşmemiş olması onun hala öğrenme sürecinde olduğunu gösterir.

bu ayrımı sezgisel olarak biliriz ama aynı anlayışı yetişkinlere uygulamayız. 

bir yetişkin (18 yaşından büyük) suç işlediğinde onun bunu zaten biliyor olması gerektiğini varsayarız. fakat çocuk örneği bize bilginin sadece duymak ya da ezberlemek ya da seslendirmek olmadığını gösteriyor. 

bilgi, ancak içselleştirildiğinde bilgi olur.

davranışa dönüşmeyen bilgi, henüz gerçek bilgi değildir. o zaman bir yetişkin suç işlediğinde, belki de o davranış, onun gerçekten bilmediğini gösteriyordur.

dostoyevski’nin suç ve ceza romanı bu meseleyi çok derin bir şekilde ele alır. raskolnikov bir hukuk öğrencisidir. eğitimi vardır, yasaları bilir, düşünür, hesap yapar. ve sonunda, tefeci kötü bir kadını öldürür. çünkü ona göre bu kadın zaten topluma zararlıdır, onun parasını alıp toplum için faydalı şeyler yapmak daha doğrudur. yani teorik bilgiye sahiptir (bazı noktalarda haklıdır da... örn kadın kötüdür) ve bu bilgiye dayanarak rasyonel bir karar verdiğini düşünür.

fakat roman ilerledikçe bu eylemin sonuçlarıyla yüzleşmeye başlar. içten içe çürümeye, parçalanmaya, vicdan azabı çekmeye başlar. suçluluğun bilgisi, teorik değil, yaşamsal bir bilgiye dönüşür. ve bu süreç onu gerçekten öğrenmeye zorlar. 

romanın sonunda yaptığı şeyin yanlış olduğunu artık bilir. çünkü bilgiye değil, bilince ulaşmıştır. demek ki onun cinayeti işlemesi, suçun yasaya aykırı olması değil, henüz gerçekten bilmediği bir şeyin sonucudur.

bu çok önemli bir ayrım. çünkü bilmek, birinin sana söylediği bir şeyi ezberlemek değildir. bilgi, travma, içsel çatışma, sorgulama ve dönüşümle oluşur. okulun verdiği bilgi buna yetmez. eğitim sistemleri çocuklara sadece bilgi parçacıkları verir. ezberleri, sınav yapar, ölçer, değerlendirir. ama gerçek bilgi bu değildir. 

eğitim sistemi, öğrenciyi bilgilendirmez; sadece ezberletir. bu yüzden hukuk eğitimi almış biri bile suç işleyebilir. çünkü aldığı bilgi, yaşamın kendinden (yada tümünden) kopuktur.

bugün ceza sistemleri insanların neyi bilip bilmediklerini onların davranışlarından değil, toplumsal statülerinden, eğitim geçmişlerinden, söyledikleri cümlelerden çıkarmaya çalışır. örneğin bir dolandırıcı "evet, bunun yasa dışı olduğunu biliyordum" diyorsa sistem bunu bilgi olarak kabul eder. oysa o kişi yalnızca bir ezberi tekrar eder. gerçek bilgi, davranışta görünür. birinin hırsızlığın yanlış olduğunu söylemesi, gerçekten bildiğini göstermez. bilseydi yapmazdı.

bu çelişkiyi daha görünür kılmak için bazı somut örneklere bakalım.

bir vergi davası; küçük esnaf bir vatandaş, muhasebecisiyle anlaşır, belgeleri ona verir. yıllar sonra vergi kaçırma suçlamasıyla karşılaşır. çünkü eksik beyan yapılmıştır. "ben muhasebeciye güvenmiştim" der. hukuk sistemi ise "vergi yükümlülüğü şahsidir" der. ama bu kişi detayları bilmiyordur. yine de suçlu bulunur ve ceza alır. çünkü bilmiyor olmasına rağmen biliyor kabul edilmiştir.

başka bir örnek; sosyal medyada hakaret. biri kamuya açık bir alanda bir siyasetçiye "bu adam sahtekar" der. mahkemeye çıkarılır. "bu bir eleştiriyi" dese de, yargılanır ve suçlu bulunur. çünkü hakaretin ne olduğunu bilmiyordur. bilseydi yapmazdı. ama hukuk sistemi onun bunu biliyor olduğunu varsayarak ceza verir.

bir başka örnek; köyde bir çiftçi yıllarca ormandan kuru dal toplar. ama bu teknik olarak kamu malına zarar vermektir. şikayet olur, dava açılır. oysa çiftçi doğaya ya da devlete zarar verdiğini düşünmez. yaptığı, nesillerdir gelen bir uygulamadır. ama yasa karşısında yargılanır ve suçlu bulunur. çünkü kanunu bilmiyor olsa da, biliyor sayılır. 

küfür ve hakaret meselesi de aynı bağlamın konusudur.

birine "allah belanı versin" demek, hiçbir rasyonel sonuca yol açmaz. birinin annesine küfür etmek, o kişiye veya annesine fiziksel bir zarar vermez. küfür, zihinsel bir boşalım gibi görünse de aslında kişinin dilsel ve düşünsel tükenmişliğini gösterir. 

çünkü küfür etmek, anlamlı bir çözüm ya da ifade geliştiremeyen bir zihin durumunun dışavurumudur. yani bu da bir bilişsel yetersizliktir. 

küfür eden kişi, hakaretin karşıdaki insanda nasıl bir etkisi olduğunu, bu sözün nasıl bir boşlukta salındığını bilmez. bilseydi yapmazdı. 

ama yine de yargılanır ve suçlu bulunur. çünkü sistem, onun bu sözlerin değerini ve sonuçlarını bildiğini varsayar.

buraya kadar kurduğumuz bütün yapı, suçun iradeyle, niyetle, bilgiyle ve özgürlükle ilişkisini yeniden düşünmeyi gerektirir.

suç, sistem tarafından yasa dışı (yasaya rağmen) bir eylem olarak tanımlanır. ama biz burada suçun arkasındaki bilinç durumunu sorguluyoruz. çünkü gerçek suç, sadece yasa ihlali değil, bile bile yapılan, sonuçları kavranan bir tercih olmak zorunda. ama insanların büyük çoğunluğu suçun ne olduğunu sadece yüzeysel olarak bilir.

irade, çoğu zaman özgürlükle karıştırılır. biri bir şeyi yapmaya karar verdiyse, bu onun özgür iradesiyle yaptığı varsayılır. ama irade, içinde bulunduğu koşullarla sınırlıdır. bir insan maddi baskı altındaysa, sosyal çevresinde sürekli suça teşvik ediliyorsa ya da psikolojik çöküntü içindeyse, o eylem ne kadar özgür bir seçimdir?

özgürlüğü bu bağlamda yeniden ele alacağım ama özgürlük konulu müstakil bir yazımda linkte;

https://mstbysl.blogspot.com/2025/03/evrensel-ve-akli-bir-deger-olarak.html

niyet görünmeyen alandır. sistem çoğu zaman niyeti değil, eylemi yargılar. ama bizim tartışmamızda niyetle bilgi arasında bir bağ var. çünkü bir insanın niyeti, onun neyi bildiğine ve nasıl düşündüğüne bağlıdır. eğer bilgi eksikse, niyet de eksik olur. eksik bir niyetin sonuçları ise cezayla değil, hatanın nerde yapıldığını anlama ve dolayısı ile düzeltmeyle karşılanmalıdır. 

özgürlük kavramı burada merkezi bir çelişkiyi barındırır. insanlar özgür iradeyle hareket ettikleri varsayılarak cezalandırılırlar. ama acaba bu özgürlük, ne kadar özgürdür? bilgi olmadan karar verme süreci eksiktir. bilmeyen biri, gerçekten özgür müdür? bilgi olmadan özgürlük olmaz. ve özgürlük olmadan sorumluluk olmaz.

şimdi bu düşünsel yapıyı tamamlamak için suçun nasıl toplumsal olarak üretildiğini, cezanın ne işe yaradığını ve mevcut hukukun dışında başka nasıl modellerin mümkün olabileceğini ele alalım (bu modeller benim şahsi düşüncelerim değil. daha önce düşünülmüş olan üzerine düşünüyoruz biz şimdi. nihayetinde bir şeylerin hatalı olduğu aşikar. o halde yeniden düşünmek zorundayız). 

öncelikle suç, bireysel bir bozulmadan ziyade çoğu zaman toplumsal bir üretimdir. insanın suça yönelmesini sağlayan koşullar, toplumsal düzenin doğrudan sonuçlarıdır. yoksulluk, dışlanma, şiddet kültürü, fırsat eşitsizliği, eğitimde başarısızlık, ailevi çatışmalar, mahalle baskısı, siyasi çatışmaların topluma sirayet etmesi gibi sayısız etken, bireyin seçimlerini belirler. bir çocuğun çocukluğundan itibaren adaletsizliğe maruz kaldığı bir dünyada yaşayıp, büyüyüp, suça karışması bir tesadüf değil, bir yapı üretimidir.

toplum önce o koşulları üretir, sonra o koşullar içinde davranan bireyi cezalandırır. oysa bireyin eylemi, toplumun yansımasıdır. suçlu birey değil, birey üzerinden ortaya çıkan toplumsal organizasyonun bir izdüşümüdür.

bu noktada cezanın işlevi tartışmalı hale gelir. ceza sistemi, suçu caydırmak, toplumu korumak ve adalet sağlamak için kurulduğunu iddia eder. fakat cezanın birey üzerinde her zaman bir öğretici ya da dönüştürücü etkisi olmaz. cezanın çoğu zaman sadece acı verdiği, utandırdığı, yalnızlaştırdığı ve dışladığı görülür. cezalandırılan kişi topluma yeniden kazandırılmaz, aksine toplumdan dışlanır.

alternatif hukuk modelleri bu noktada devreye girer. örneğin onarıcı adalet cezalandırmak yerine anlamayı ve telafi etmeyi temel alır. dönüştürücü adalet modeli ise bireyin kendisini düzeltmesinden çok, suçun doğduğu sistemi dönüştürmeye odaklanır.

ve nihayet, özgürlük; bir insanın suçlu sayılabilmesi için, eylemini özgür iradesiyle gerçekleştirmiş olması gerekir. ama özgürlük, bilgiyle başlar. bilgi olmadan seçenek yoktur, tercih yoktur. tercih yoksa özgürlük yoktur. özgürlük olmadan da gerçek suç ve gerçek sorumluluk yoktur.

o zaman sormak gerekir; insanı anlamadan yargılamak mümkün müdür? eğer mümkün değilse, biz şimdiye kadar neyi yarıladık? ☑️

yeniden düşünme üzerine düşünce denemesi...

düşünme eylemi, çoğu zaman yapılageldiği gibi yalnızca zihinsel bir uğraş, kelimelerle oyalanmak-oynamak ya da belli fikirleri tekrarlamak -...