yalan, insanlık kadar eski bir beceri olsa gerek. beceri dedim çünkü onu yalnızca "doğru olmayan söz" ya da "bir başkasını yanıltmak" olarak tanımlamak, konuyu daraltmak olur.
çünkü yalan, çoğu zaman gerçeği gizlemek değil, gerçeği yeniden kurgulamaktır ve her yalan, yalan olduğu bilinmesine rağmen eleştiri almaz. hatta bazısı benimsenir.
insan, yalan söylemeden önce mutlaka bir şey yapar; kendini ikna eder. bu yüzden en yalın biçimiyle şöyle diyebiliriz; insan kendini kandırmadan bir başkasını kandıramaz...
yalanın doğasını anlamak için onun anatomisine değil, önce evrimine bakmak gerekir. çünkü yalan, yalnızca bir bireyin dudaklarından çıkan söz değil, bazen insanın ya da bütün bir toplumun kurguladığı bir dünyadır.
ilkel topluluk anlatılarında hayatta kalmak için sessiz kalmak, düşmanı şaşırtmak, iz bırakmamak gibi davranışlar vardır. bu davranışlar zamanla dilsel kurgulara, sonra da kültürel kabullere dönüşmüştür.
artık yalan, bir taktik değil; bir yaşam biçimi, bir düzenleyici haline geldi. reklamlar, propagandalar, mitler, ideolojiler, eğitim sistemleri, hatta bazen kutsal metinlerin yorumlanış biçimi bile bu evrimin birer parçası oldu.
böylece yalan, bireyin değil, toplumun ya da sistemin içinde doğan ve yaşayan bir varlık haline geldi.
ama bu durum, hakikatle bağın giderek zayıflamasına neden oldu. çağımızın temel sorunlarından biri de budur; hakikatin anlamını ve dolayısı ile değerini kaybetmesi...
insanlar artık bütün çıplaklığı ile gerçeği değil, duymak istediklerini gerçek olarak kabul ediyor.
bir şeyin sürekli tekrar edilmesi, onu sorgulamayı zorlaştırıyor. böylece yalan, yalnızca bir aldatma değil, bir "gerçeklik inşası" haline geliyor.
insanlar gerçeğe ulaşmak yerine, rahatlatan, güven veren, umut uyandıran sözleri tercih ediyor.
bu, yalanın en tehlikeli evresidir. çünkü artık yalan, bir maske değil, bir değer haline gelir. ve yalan topluluk için ihtiyaçtır.
solcuların sol partinin yolsuzluk (yada başarısızlık) haberlerine karşı tavrı, sağcıların sağ partinin yolsuzluk (yada başarısızlık) haberlerine karşı tavrı yalanın onlar için bir beklenti olduğunu anlamamıza kafidir.
"yahu madem bildiğin ne varsa haberler aracılığı ile biliyorsun, o halde desteklediğin partinin yolsuzluk haberlerine neden tahammülün yok" denilebilir. oysa yalanın insan yaşamındaki yeri üzerine düşünceler, bir çoklarının duymak istedikleri şeyin gerçekler değil, gerekli olan yalanlar olduğunu anlaşılmasına olanak sağlıyor.
çünkü insanların duymak istedikleri gerçek değil, yalan olup olmadığından bağımsız beklentinin karşılanmasıdır.
dahası siyasilerin seçim öncesi yada bir sansasyon sonrası söylemleri ne kadar doğruluk değeri taşır? kendimizi onların yerine koysak şunu diyebilir miyiz acaba; "ben olsam gerçeği tüm çıplaklığı ile söylerdim"...
seçilmek için milyonlar hatta milyarlar harcayan bir insan için acaba, önemli olan gerçek midir seçilmek mi?
sevenlerinin gözünden düşmek üzre olan bir siyasetçi, sansasyon sonrası çıkıp "evet dostlar, bazı yolsuzluklar yaptık, malum bizde insanız, şeytana uyduk" felan derler mi?
biraz samimi olmak gerekse hiç bir yalan ve hiç bir hukuksuzluk asla kabul edilemez lakin pozisyonun kendisi insanı zorla bir sürece sokar. sporcu diyet ve idman yapmak zorundadır, mühendis teknolojiyi takip etmek zorundadır, öğretmen müfredatı bilmek zorundadır, vb...
dolayısı ile siyasetçiler... (burası herkesin kendi kendine ne kadar dürüst olduğuna göre olacaktır). konu siyaset olduğu zaman niccolo machiavelli'nin prens adlı eserine yada konuyu kavramsal olarak ele aldığımız makalemize bakılabilir.
https://mstbysl.blogspot.com/2025/03/politika-ve-siyaset-uzerine.html
bununla birlikte,niyet, yalanın ahlaki değerini belirleyen en önemli ölçüdür.
bir insan, çıkar (ya da pozisyon) elde etmek için yalan söylüyorsa, bu açıkça bir manipülasyondur ve bu doğal olarak kınanır.
ama bir çocuk, annesine "sana çiçek aldım" diyorsa ve o çiçek aslında komşunun bahçesindense, bu daha çok sevgisini ifade edemeyen bir çocuğun çaresiz yaratıcılığıdır. bu durumu bilinçli insanlar kınamaz, olaylamıyor olmalarına rağmen.
niyet, yalanı bazen masumlaştırır, bazen de daha da ağırlaştırır.
özellikle de bir insan başkasının özgürlük alanını daraltmak, onun kararlarını çarpıtmak için yalan söylüyorsa, burada yalan, ahlaki bir sapma haline gelir.
bazen insanlar yalanı açıkça değil, dolaylı biçimde söyler.
muhtemelen borç istemek için "üzerinde para varmı" diye soran arkadaşına "param yok" demek yerine, "üzerimde pek yok", "bazı ödemelerim var" dendiğine tanık oluruz.
bu türden yalanlar, en adi yalanlar olsa gerek. çünkü hem burada yalancının ne doğrudan yalan söyleyecek cesareti ne de doğru söyleyecek cesareti ve bilinci yoktur.
bu ifadeler, ilişkiyi doğrudan bozmaz ama içten içe güveni çürütür. ne dürüstlük vardır ne de açıkça yalan. bir çeşit sahte sessizlik, bulanıklık yaratılır. bu tür yalanlar insan ilişkilerini çürütür çünkü karşılıklı netliği ortadan kaldırır. işte bu yüzden bu türden yalanlara "yalana da yalan söylemek" denebilir. belirsizlikle kurulan bu cümleler, belirsizlikle yürüyen hayatlar yaratır.
yalanın bir diğer yüzü de umutla olan ilişkisidir. bazen insanlar birine ya da kendilerine umut vermek için yalan söylerler.
"iyileşeceksin", "her şey güzel olacak", "o seni seviyor aslında" gibi sözler belki gerçek değildir ama kişiyi ayakta tutar. bu durumda yalan bir destek haline gelir. bu umut yalanı, eğer kişiyi hareketsiz kılıyorsa, beklemeye ve edilgenliğe itiyorsa, artık bir destek değil bir zincire dönüşür.
umut, eyleme yol açıyorsa anlamlıdır. ama yalnızca bekleyişse, o zaman umut da bir yalandır.
benzer şekilde kendine yalan söylemek, insanın en karmaşık iç savaşlarından biridir.
insanlar bazen "elimden geleni yaptım" der, çünkü suçlulukla baş etmek ister. bazen de "başka çarem yoktu" diyerek kendini aklamaya çalışır. çoğu zaman başkalarının tepkilerinden değil kendi vicdanından aklama çabasıdır bu...
çünkü her zaman çare vardır ama muhtemelen yeterince düşünülmemiş yada mücadele edilmemiştir. insan kendine kendi yetersizliğini itiraf etmek yerine, masum gibi görünen bir yalanla kendi aklamayı tercih eder.
bu yalanlar fark edilmesi en zor olanlardır çünkü kişi kendi zihninde hakikatin yerine başka bir inanç koymuştur. insan zamanla o yalana inanır. ve bu inanç, davranışlarını, kararlarını, ilişkilerini biçimlendirmeye başlar. bu durumda yalan, artık sadece bir savunma değil, bir kimlik haline gelir. insan artık sadece gerçeği unutmaz, gerçeği hiç tanımamış olur.
yalanın en saf biçimi çocuklukta görülür. çocuk yalan söyler çünkü cezadan korkar, sevilmek ister, hayal ile gerçeği ayırt edemez, vb.
çocuk için yalan çoğu zaman bir keşif alanıdır. o yalanla sınırları yoklar, karşısındakinin tepkilerini test eder, bazen de sadece ilgiyi üzerine çekmek ister.
çocukların yalanı, yetişkinlerin aksine manipülasyon içermez. deneysel bir masumiyet taşır.
çocuk, çoğu zaman gerçeğin muhtemel sonuçlarından korktuğu için yalan söyler. eğer bu yalan cezayla karşılık bulursa, çocuk yalanı gizlemeyi öğrenir (yada çabalar). ama anlayışla karşılanırsa, dürüstlük bir öğreti değil, bir içsel tercihe dönüşür.
bazı yalanlar ise bir rolün, bir pozisyonun gereğidir. bir doktor, ölümle yüzleşen bir hastanın yakınlarına "merak etmeyin, her şey yoluna girecek" derken belki gerçeği söylemez ama insanların yıkılmasını önler.
bir devlet başkanı, kriz öncesinde, muhtemel krizdwn haberdar olmasına rağmen "her şey kontrolümüz altında" diyerek kaosu önlemeye çalışır.
bu yalanlar genellikle toplumsal düzeni koruma amacı taşır. bu bağlamda yalan, bir tür koruma refleksi haline gelir.
yine de şu soruyu sormak gerekir; bu tür yalanlar bireyin hakikate ulaşma hakkını elinden alıyor mu? çünkü her yalan, ister iyi niyetli olsun ister kötü, bir insanın bilme hakkını da gizler.
bir şirket çalışanı, amirinin beklentilerini yada içine düşeceği çıkmazı dikkate alarak yalan söyleyebilir. burada kınanması gereken yalan söyleyen çalışan mıdır, çalışanı yalan söylemek durumunda bırakan amir yada kurulu düzen midir?
yalanı masumlaştıracak değiliz ama çocuklardan biliriz ki; yalan, genellikle muhtemel tehditleri bertaraf etmek için söylenir. özel yada kurumsal yapılarda yönetici kadrolar bu bilinçten yoksun oldukları için çalışanların yalan söylemek zorunda kalmaları kabul edilemez ama korelasyon anlaşılabilir. sebep sonuç demiyoruz, çünkü tahammülsüz (aslında bilinçsiz) bir yönetici çalışanın yalan söylemesinin nedeni değildir. yalan söylemek yetişkinler için bir tercihtir her zaman. bahaneler sadece yalancının kendini avutması içindir.
yine de yalanın doğasını anlamak, yalnızca yalancıya bakmakla değil, yalanın kurulduğu koşulları anlamakla mümkündür. yalan, bazen korkunun, bazen beklentinin, bazen umutsuzluğun dilidir.
her durumda bir gerçek vardır; yalan, hakikati gizlemez; hakikatin yerine geçmeye çalışır.
işte bu yüzden, hakikatin kıymeti ancak yalanla yüzleşildiğinde ortaya çıkar. çünkü hakikat, yalansız değil; yalana rağmen seçilmiş bir duruştur.
bütün bu çözümlemelerden sonra, yalanın doğasına dair şu sade gerçeğe varılabilir; insan yalan söylememek için uğraşmamalı; yalan söylemeyi gerektirecek şeyler yapmaktan kaçınmalıdır.
buna onlarca örnek verilebilir ama en belirgin örnek evlilik kurumu olsa gerek. eşler birbirine yalan söylememek için çabalamak yerine yalan söylemelerini gerektirmeyecek bir yaşam sürmüş olsalar; yalanın evlilik kurumunda kendine yer bulması söz konusu dahi olamaz.
çünkü bu yaşam biçimi diğer onlarca sorunu da ortadan kalsıracaktır. örneğin, eşini aldatan bir eş; önce kendini, sonra eşini aldattığı kişiyi sonra eşini kandırmaktadır. aldatan eş, önce bunu yapabileceğine dair kendini kandırır.
artık (varsa) kişiliğini yok etmek pahasına yalan söylemek onun için kaçınılmaz olandır. önce aldattığı kişiye, sonra gerekriğinde kendi eşine...
bu durumda aldatılan eş dışında herkesin yaşamında yalan kaçınılmazdır. söylenen yalanları korumak için verilen mücadele daima yıkımla sonuçlanır. en temelde kişiliğin yıkımı...
çünkü hakikatin yolu sadece sözden değil, eylemden geçer.
insan doğru yaşarsa, sözü de doğru olur. böylece yalan söylemeye ihtiyaç kalmaz.
bu, yalnızca dürüstlüğün değil, içsel huzurun da anahtarıdır.
ama insanların bir çoğunun kandırılmayı bile bile tercih istediklerini biliriz.
neyse, bunu da nasipse prestij filmi değerlendirmesini yapacak olursak enine boyuna ayrı bir başlık altında ele alırız... ☑️