bu yazıda ele alacağım konu, farklı inanç biçimlerinin (ateizm, deizm, agnostizm, müslümanlık, hristiyanlık, yahudilik, vb) aslında düşündüğümüzden çok daha fazla ortak paydaya sahip olduğunu ortaya koymaktır.
belirtmem gerek ki; burada söz konusu ettiğim ateist, deist, agnostik ya da müslüman kişi, düşünmeye ve anlamaya çalışan, çelişkilerden rahatsızlık duyan, kendi inancını kendi aklı (yada ortak tin) ile sınamaktan çekinmeyen (yada gerekçelendiren) bireydir.
her inanç ya da inançsızlık biçiminin içinde bağnazlık barınabilir; ama biz bu yazıda bağnazlığı değil, tutarlılık arayışını merkeze alıyoruz. çünkü bağnazlık üzerinden yürütülen her tartışma, bizi yalnızca haklı çıkmaya, o da çoğunlukla başkalarını küçülterek haklı çıkmaya götürür.
bu seviyesiz haklılık yerine seviyeli bir düşünce ortaya koymak için, hiç bir ekolün bağnazını dikkate almıyor, aksine - inadına en rasyonel düşünenlerin düşüncelerini dikkate alacağız.
amacımız ise düşünsel ortaklıkları görünür kılarak, insanın evrensel akıl yürütme yollarını fark etmek.
başlarken şunu da belirteyim; ateizm de bir inanç biçimidir. çünkü bir ateist "tanrı yoktur" yargısına ulaşırken birtakım varsayımlar, kabuller ve mantıksal çıkarımlar kullanır. bu bağlamda her düşünce sistemi gibi onun da dayanakları ve sınırları vardır. örneğin; ateist "tanrı yoktur" yargısına, kendi aklının sınırlarını zorlayıp tanrı üzerine düşünerek ulaşmaz. bunun yerine, teistlerin tanrı hakkında söylediklerindeki çelişki ve tutarsızlıkları dikkate alarak, tanrı kümesinin boş olduğu yargısına ulaşır. oysa tanrı hakkındaki tüm yorumlar çelişkili olsa dahi, bu tanrının yokluğuna değil, tanrı hakkındaki yorumların çelişkili yada tutarsız olduğuna delalet eder. oysa tutarlı ve çelişkisiz bir başka tanrı yorumu belki de vardır ama ateist onu aramaz hiç. yani ateist tanrı üzerine düşünerek ateist olmaz. sadece yorumları sınar...
teizm, deizm, agnostizm ve ateizm farklı etiketler taşır, ancak dikkatli bakıldığında hepsi benzer düşünsel reflekslerle şekillenir.
örneğin doğa yasalarının ihlali meselesi…
birçok müslüman mucizeyi, doğa yasalarının bozulması olarak değil; olağan olayların ardındaki hikmetli bağlamlar olarak yorumlar.
bu, doğa düzeninin keyfi şekilde askıya alınamayacağı inancını içerir.
keza deist ve agnostik için de doğa yasaları evrenin işleyişinde temel ilkedir. ateist zaten mucize fikrini reddeder çünkü doğaüstü herhangi bir müdahaleyi kabul etmez.
bu dört düşünce çizgisinin hepsi şu noktada buluşur; evren, düzenli ve tutarlı biçimde işler; doğa yasaları evrenseldir ve bozulamaz.
benzer biçimde tanrı tasavvuruna bakalım...
akıl yürütmeye önem veren müslüman, tanrıyı insan biçiminde düşünmez. kuran'da geçen "onun benzeri hiçbir şey yoktur" ifadesi, bu düşünceye dayanak olur.
deist ve agnostik de insan biçimli tanrı anlayışını reddeder. hatta agnostik, tanrı hakkında olumlu ya da olumsuz bir bilgiye ulaşamayacağını söylerken, antropomorfik betimlemeleri daha baştan dışlar.
ateist ise tanrı kavramının kendisini reddettiği için, insan biçimli bir tanrı fikrini saçma bulur.
sonuçta tüm bu düşünceler, tanrının insan aklıyla kuşatılamayacağını, hele hele insana benzeyen bir varlık olarak tanımlanamayacağını kabul ederler.
başka bir örnek; diğer dinleri reddetme biçimi...
bir müslüman yahudiliği, hristiyanlığı, hinduizmi ve diğer dinleri kabul etmez. bunların vahiy zincirinden koptuğunu, eksik ya da bozulmuş olduğunu düşünür.
ateist ve agnostik de bu dinleri kabul etmez; hatta tüm dinlerin insan zihninin ürünü olduğunu savunur.
deist ise bu dinleri, tanrının doğrudan müdahalesiyle oluşmamış yapılar olarak görür.
bu durumda aslında her biri, sayısız din ve inanç biçimi arasından bir seçim yapar; ya birini kabul eder (müslüman, hristiyan, yahulik, vb), ya hiçbirini (ateist), ya hepsinin dışında bir olasılık düşünür (deist), ya da hiçbirine karar veremez (agnostik).
hepsinde ortak olan şey, diğerlerinin inandığı şeye karşı eleştirel mesafe koyabilmeleridir.
ateistlerin teistlere "biz sizden biz fazlasını reddediyoruz" söylemi, onların kaç ortak paydada buluştuklarını gösteren güzel bir örnektir.
bir başka derin ortaklık ise iç tutarlılık arayışıdır...
bir müslüman, kuran'ı yorumlarken ayetlerin birbirini çelişmemesi gerektiğini düşünür. bir çelişki varsa, ya yorum hatası vardır ya da bağlam eksik bırakılmıştır.
benzer şekilde bir ateist ya da agnostik, kutsal metinleri değerlendirirken metnin kendi içindeki tutarlılığına ve mantıksal geçerliliğine bakar.
bir iddia ileri sürüldüyse, o iddianın sonucunun ne olacağı, başka ifadelerle (metnin içinde yada doğada - bilimsel veri) çelişip çelişmeyeceği incelenir.
bu, ortak aklın işleyiş biçimidir. sonuçlar farklı olabilir; ama yöntem aynıdır. düşüncenin kendi içinde tutarlı olup olmadığını sınamak aklını yetkin bir şekilde kullanmaya gayret edenlerin ortak özelliğidir.
ve ahlak meselesi...
her düşünce sistemi, ister tanrılı ister tanrısız olsun, bir ahlak anlayışı üretir.
bir müslüman, ahlakı tanrının emirlerinden bağımsız düşünemezken, ateist ya da agnostik birey ahlakı toplum sözleşmesi, karşılıklılık ilkesi ya da bireyin onuru üzerine kurar.
fakat her biri şu temel ilkeyi kabul eder; insan birbirine zarar vermemeli, zulüm kötü, adalet iyidir. yalan güveni bozar, adalet düzeni sağlar.
kuralın kaynağı farklı olabilir ama ahlakın temeli, insanı koruma düşüncesinde birleşir. bu noktada, etiketleri ne olurda olsun, aynı beklenti içinde oldukları aşikar.
ölüm algısında da aynı temel soru sorulur;
ben kimim, nereye gidiyorum, bu son mu?
bir müslüman ölümden sonrası için bir hesap günü öngörür. bir deist tanrıya inanır ama ölüm sonrası için kesin konuşmaz. agnostik bu konuda kesinlik iddiasını reddeder. ateist ölümden sonrasını biyolojik bir sona indirger. ama hepsi bir noktada birleşir; ölüm, anlam arayışını kesinleştirir.
ölüm varsa, yaşam önemlidir. ölüm bir yok oluşsa, bu hayat daha da değerlidir. eğer bu bir geçişse, bu dünya bir sınavdır. sonuç değişir ama sorulan soru aynı kalır; bu hayat neden var ve ben bunun neresindeyim?
anlam arayışı da yine ortaktır...
bir müslüman, yaşamın anlamını allah'a kullukta bulur. bir deist, varoluşun kendi içinde bir amacı olduğuna inanır ama bu amacı insanın kavrayamayacağını kabul eder. agnostik, anlamın kişisel ve bilinemez olduğunu söyler. ateist, anlamı tamamen bu dünyada, insanın kendi inşasında arar.
hepsinde bir ortaklık vardır; insan, yalnızca yaşamakla yetinmez; yaşadığını anlamak ister.
tesadüf olsun ya da kader, insan zihni her durumda "neden?" sorusunu sorar. bu da onu diğer tüm varlıklardan ayıran ve aynı zamanda tüm insanları ortak bir paydada buluşturan bir şeydir.
özgürlük ve bilinç konusunda da benzer bir yapı görülür..
ateist, bireysel özgürlüğü kutsar. müslüman ise özgürlüğü irade sınırında, sorumlulukla birlikte düşünür. agnostik, bilinemezliğin getirdiği ölçüde özgürdür.
her biri bilinçli bir varlık olduğunu kabul eder. insanın farkındalığıyla hareket ettiğini, seçimlerinin sonuçlarını üstlenmesi gerektiğini düşünür. burada da fark detaydadır; esas olan insanın özgür kararlar alabilen bir varlık olduğudur.
bütün bunlar gösteriyor ki, görünüşte birbirine karşı gibi duran inanç biçimleri, özünde aynı düşünsel reflekslerle hareket ederler.
aralarındaki fark, çoğu zaman ulaşılan sonuçtadır; yani "etikette".
etiketi bir kenara bıraktığımızda, her biri şu ortak ilkelerde birleşir;
evrenin düzenli ve tutarlı işlediği
tanrı (eğer varsa) insan biçiminde olamayacağı
doğru ile yanlışın akılla ayırt edilebileceği
kutsal yada seküler her bir söylemin iç tutarlılık testine tabi tutulması gerektiği
ahlakın (yada etik) insanı korumak ve toplumsal düzeni sağlamak amacı taşıdığı
ölümün hayatın anlamını sorgulama nedeni olduğu
insanın kendi yaşamına anlam vermeye ihtiyacı olduğu
bilinçli bir varlık olarak insanın, özgürlüğü ve sorumluluğu taşıdığı
çoğunluğun (yada diğerlerinin) inancına karşı durmanın başlı başına bir düşünce cesareti gerektirdiği
bu ortaklıklar yalnızca ateist, agnostik, deist ve müslümanlar arasında değil; hristiyanlık, yahudilik, hinduizm gibi büyük inanç sistemleri içinde de görülebilir.
örneğin yahudilikte de tanrı insan biçimli değildir. hristiyanlığın ana akımı insan biçimli tanrıyı savunur gibi görünse de, felsefi düzeyde tanrının özüne dair tartışmalar yine soyut ve aşkın bir çerçevede yürür.
hinduizm, dışarıdan çok tanrılı gibi görünse de özünde tüm varlıkların birliğine dair tekilci bir anlayış da barındırır. yani çoğul gibi görünse de altında birlik fikri yatar.
demek ki inançların farklı etiketlere sahip olması, farklı gibi görünen inançların ortak zeminini yok etmemektedir.
belki de problem, inançtan değil, o inançla ne yaptığımızla alakalıdır.
nihayetinde ülkemiz müslümanları savaş taraftarı değilken, işid müslüman olmasına rağmen esir aldığı insanların kafasını kesmekte tereddüt etmemektedir.
biri inancını üstünlük kurmak için kullanır, diğeri düşünmeyi derinleştirmek için.
biri farklı düşünceyi düşman ilan eder, diğeri farklı düşüncedeki benzerliği görüp barışır.
işte bu nedenle, bu yazıda bir farkı değil, bir birliği aradık.
ve şu soruyu sormak kaçınılmaz oldu; aynı akıl yürütme yollarıyla bambaşka sonuçlara varabiliyorsak, belki de önemli olan sonuç değil, yürüdüğümüz yolun kendisidir.
bir parantez açarak tanrı hakkında şunu da belirtmek gerekir; tüm yorumları çelişkili ve tutarsız olsa dahi, varlık var olduğu için tanrı zorunlu olarak vardır. biz o'nu tanımlayalım yada tanımlayamayalım.
üst üste üç beş biçimsiz taşın, arkasında bir akıl ve irade olmaksızın kendi kedine bu şekle gelmesini kabul edemeyen bir aklın doğaya tanık olup tanrı yok demesi mantık hatasıdır.
bir toplu iğne dahi bir sanatkarın (sanatkarı görün yada görmeyin) varlığına delalet ederken, kainata bakıp bir sanatkar yok demek tutarsızdır.
yani tartışmalı olan tanrının varlığı ya da yokluğu değil, neliği olmalıdır; tanrı hakkında yapılan yorumların tutarlılığı olmalıdır. nasipse bunu ayrıca ele alacağız...
konumuza dönecek olursak; peki bunca ortaklığa rağmen neden insanlar bu benzerlikleri görmezler?
çünkü çoğu zaman tüm inanç biçimlerinin birbirine taban tabana zıt olduğu ön kabulüyle düşünmeye başlarlar.
her biri, ötekini sadece "farklı" olarak değil, "yanlış" olarak kodlar.
bu da doğal olarak benzer yönlere bakmayı, onları fark etmeyi imkansızlaştırır.
farklılıkları büyütmek, zihin için kolay olandır; ortaklıkları görmek ise çaba, dikkat ve önyargısız bir bakış ister.
oysa bazen en derin düşmanlıklar, en çok benzeyenler arasında çıkar; çünkü benzerliğin fark edilmesi, kendi kimliğimizin sınırlarını sorgulamamıza neden olur.
bu yüzden insanlar, zihin konforlarını korumak adına, ortak olanı görmekten kaçınırlar.
ama kimliklerden değil, düşüncelerden yana biri için asıl değerli olan, farklı isimlerle yürüyenlerin aynı yolları nasıl adımladığını görebilmektir.
çünkü gerçek yakınlık, aynı sonuca ulaşmakta değil, aynı dürüstlükle düşünmekte yatar...