zaman, insan zihninin en büyük bilmecelerinden biridir. fiziksel dünyada ölçülebilirliği sayesinde bir gerçeklik görüntüsü sunsa da, gerçekte zaman dediğimiz şey, nesnelerin değişimi üzerinden kurduğumuz bir ölçüm aracıdır.
bir cismin bir noktadan diğerine hareketi, bir mevsimin bir diğerine evrimi, bir insanın çocukluktan yaşlılığa doğru ilerleyişi...
tüm bunlar ardışık değişimlerin sonucu olarak görünür. biz bu değişimi bir çizgi gibi düşünür, başına "geçmiş", ortasına "şimdi", sonuna ise "gelecek" adını veririz. fakat bu ayrım bütünüyle zihinseldir.
geçmiş artık yoktur; onunla ilgili bildiklerimiz sadece hafızamızda taşıdığımız anılardır. geçmiş dediğimiz şey, yalnızca belleğimizin içine gömülmüş izlerden ibarettir. gerçekliği artık bulunmaz.
gelecek ise henüz var olmayan bir olasılıklar yığınıdır. onunla ilgili elimizdeki her şey bir düşten ibarettir; ihtimaldir, korkudur, umuttur ya da tasarımdır.
o halde geriye kalan tek şey, şu an, içinde bulunduğumuz andır. ama bu "an" dahi, tanımlanabilir olmaktan çok uzaktır. çünkü biz onu fark ettiğimiz anda, çoktan geçmişe karışmıştır bile.
zaman, varlığı olmayan bir hayaletten ibarettir bir anlamda; biz onun geçtiğini söyleriz ama aslında geçen şey maddedir, enerjidir ya da bizatihi kendimiziz.
bununla birlikte zaman sadece bir algı değildir; o aynı anda işlevsel olarak bir ölçüm aracıdır.
insanlar bir olayın ne kadar sürdüğünü ya da bir nesnenin ne kadar değiştiğini anlamak (düşünmek) için zamanı kullanır. fakat bu ölçüm de salt insan zihninin işidir. bir saatin tik takları, bir takvimin günleri, bir yıldızın doğup batışı... bunların hiçbiri zamanın kendisi değildir; sadece değişimin izlenebilir kılınmasıdır.
yani zaman, nesnelerin ve süreçlerin birbirlerine göre yer değiştirmesine verdiğimiz addır. kendisi bir varlık değil bağlamdır. bir nevi koordinat sistemi gibi; olayları yerli yerine koymamıza, ardışıklığı düzenlememize yarayan bir zihinsel çerçevedir.
ne var ki insanlık bu çerçevenin içine öylesine hapsolmuştur ki, zamanın gerçek doğasını unutmuş; onu kendinden menkul bir varlık zannetmiştir.
işin tuhafı, bu hayali varlığa paha biçilemez bir kıymet atfedilir. "zaman çok değerlidir" der herkes. öyle ki, kaybedilen zamanın geri alınamayacağı, parayla bile satın alınamayacağı sıkça dile getirilir.
bu noktada önemli bir çelişki belirir; insanlar zamanın değerli olduğunu söylemelerine rağmen onu bozuk para gibi harcarlar.
kıymetli bir şeyi harcarken, onun karşılığında eşit ya da daha yüksek değerde bir şey almak isteriz. 10 lira verirsek 10 liralık bir ürün isteriz. altın veriyorsak onun karşılığı da altın değerinde olmalıdır. ama zaman harcarken insanlar bu ölçüyü gözetmez. sabahından gecesine, gençliğinden yaşlılığına kadar zamanını neye verdiğini düşünmeden yaşar pek çok insan. oysa zaman, her geçen saniyesiyle bir daha geri dönmeyecek bir şeydir. bu yüzden onun karşılığında alınan şey de en az onun kadar değerli olmalıdır.
peki zamanın karşılığı olarak ne alınmalı? eğlence mi, gösteriş mi, dedikodu mu, alışveriş mi, gezip dolaşmak mı?
eğer zaman biricik ve geri döndürülemez ise, bu denli değerli bir şeyi sıradanlıkla takas etmek, en hafif tabirle bir israf (doğrusu aptallık) olur.
zamanın karşılığı ancak bilgi olabilir, anlam olabilir, hakikat olabilir.
bir an'ı harcarken, onun karşılığında aldığın şey bizi daha bilinçli, daha farkında, daha anlayan bir varlık yapmalı. aksi halde o an sadece tüketilmiş olur.
oysa biz yaşamak istiyoruz, tüketmek değil.
yaşam, anlamla olur. anlam ise sadece fark etmekle, düşünmekle, bilmekle mümkün olur.
zamanın içinden geçerken, onun bizi neye dönüştürdüğünü sorabilmek gerek. çünkü pek çok insan zaman geçtikten sonra sadece yaşlanır ama bilgeleşmez. zaman geçer ama geride hiçbir iz bırakmaz. bu nedenle zaman harcanırken alınan şeyin niteliği, insanın yaşamının niteliğini belirler.
bu bağlamda denebilir ki, zamanın gerçek değeri, onun içinde neyi inşa ettiğimizle ölçülür. yaşamı anlamlı kılan şey, zamanın niceliği değil, içindeki anlamdır. bu anlam bilgi olabilir, bir deneyimin derinliği olabilir, bir insanla kurulan bağ olabilir, düşünsel bir farkındalık olabilir. ama mutlaka anlamla örtüşmelidir. aksi halde zaman, sadece akıp giden bir ırmak olur; içinde boğulduğumuzu fark etmeden sürükleniriz.
o halde zamanın değerini teslim etmek için, onu hak edecek değerle takas etmek gerekir. çünkü zaman geçiyor ve çoğumuz neyin geçtiğini bile fark etmiyoruz.
fırsat geçiyor, yaşam geçiyor, anlam geçiyor. geriye kalan sadece pişmanlık ve keşke oluyor çoğu zaman.
bunu aşmanın yolu, her anı anlamla doldurmaktan geçiyor. zaman yerine koyulacak en kıymetli şey, düşüncenin kendisidir.
düşünce insana sadece yaşadığını değil, var olduğunu da hissettirir.
işte o zaman zaman, boşa harcanmış bir servet olmaktan çıkar; anlamla yüceltilmiş bir yaşamın taşıyıcısı olur.