karmaşanın (dahası toplumsal sorunların) nedeni, bir fiil olaylar ya da olgular değil yorumlar olmasın...
insanlık tarihine, topluma, aileye ya da bireysel ilişkilere bakıldığında bir hakikatin fark edilmesi kaçınılmazdır; yaşanan hiçbir kargaşa, çatışma ya da savaş, yalnızca olaydan ibaret değildir.
görünüşte somut bir neden vardır; bir davranış, bir söz, bir eylem, bir kaza, bir karar… fakat dikkatle bakıldığında bu somut nedenin kendisi değil, o nedenin nasıl yorumlandığı belirleyici olur.
kargaşanın fitilini ateşleyen şey, olay değil, zihinlerde yankılanan anlamdır. çünkü olaylar özü itibari ile nötrdür, yapılan yorumlar ise yük taşır.
bir arabanın park yeri, bir bakış, bir söz, bir sınır hattı, bir yasa maddesi ya da kutsal bir metin… bunların tümü birer olay ya da veridir. ama insanlar bu verilere eşlik eden bir yorum biçimi olmadan davranış geliştirmez. ve her yorum bir bağlamda oluşur; kültür, inanç, geçmiş deneyim, beklenti, güvensizlik, korku ya da özlem. bu bağlam yorumun doğasını belirler, yorum ise bir davranışı...
psikoloji açısından; birey, her olayı kendi zihinsel şemaları içinde değerlendirir. geçmişte dışlanan bir birey, birinin sessiz kalmasını tekrar bir dışlanma işareti olarak yorumlayabilir. bu yalnızca kendi zihninde oluşan bir anlamdır; olay değil, algıdır.
travmatik geçmiş, kıyaslar, eksik özgüven ya da beklenti yorgunluğu, yorum mekanizmasını bozar. kişi farkında olmadan olaylara "ben hep haksızlığa uğrayan taraftayım" şablonuyla yaklaşır. böylece en küçük olayda bile kırılganlık, öfke, savunma, suçlama, hatta saldırganlık doğar. bu durumda çatışma, nesnel olaydan değil, bireyin ruhsal geçmişinden kaynaklı yaptığı yorumdan kaynaklanır.
okulda bir öğrencinin öğretmeniyle göz göze gelmekten kaçınması, öğretmen tarafından "saygısızlık" ya da "ilgisizlik" olarak yorumlanabilir. oysa öğrenci, geçmişte göz göze geldiğinde azarlanmış olabilir ve şimdi yalnızca kendini koruyordur. öğretmen bu ihtimali düşünmeden öğrenciyi azarlar ve kargaşa başlar. olay değil, yorum çatışmasıdır bu.
sosyoloji açısından; toplumlar değer sistemleri oluşturur. bu sistemler içinde davranışları sınıflandırır; ayıp, iyi, güzel, kötü, çirkin, saygısızlık, hakaret, hak, görev gibi kavramlar hep yoruma dayalıdır.
bir toplumda makul sayılan bir davranış, bir başka toplumda kargaşaya neden olabilir. çünkü olay değil, olaya yüklenen sosyal anlam değişir. toplumsal çatışmalar bu kültürel yorum farklarından doğar.
bazı kültürlerde yüksek sesle konuşmak canlılık ve samimiyet göstergesidir. ama başka bir kültürde bu durum "terbiyesizlik" ya da "kabalık" olarak yorumlanabilir. bir turistin yüksek sesle konuşması, yerli halkla çatışma doğurabilir. olay aynıdır; fakat sosyal anlamlar farklıdır.
hukuk açısından; hukuk, görünüşte somut olaylara karşı kurallar koyar. ama hukuk bile olaydan çok, o olayın anlamına odaklanır. bir fiil kasten mi yapıldı, ihmal mi vardı, kastın derecesi neydi, niyet neydi gibi sorular hep olayın yorumu üzerine kuruludur. hatta hakimler arasında bile aynı olayı farklı şekilde değerlendirme mümkündür. çünkü yasa sabit olsa da, yorumlayıcı insan farklıdır. bu nedenle hukukta içtihatlar oluşur; çünkü olay değil, yorum önceliklidir. insan, hukuki çatışmalarda da olay üzerinden değil, olayın ne anlama geldiği üzerinden kavga eder.
bir kişi, evinin önüne park etmiş bir aracı kaldırtmak için çekici çağırdığında, araç sahibi olayı şikayetçinin şahsıyla sorunu olduğu şeklinde yorumlayabilir. oysa ev sahibi bunu "hukuki hakkımı kullandım" biçiminde değerlendirir. olay aynı; araba kaldırıldı. ama biri bunu haksızlık, öbürü yasal hak olarak görür. aradaki fark, olay değil, yapılan yorumdadır.
dini açıdan; kutsal metinler sabittir. ama bu metinlere dair anlayışlar değişkendir. tarih boyunca birçok dini çatışma, doğrudan tanrı adına değil, tanrı adına yapılan yorumlar üzerinden gerçekleşmiştir. ayetin ne demek istediği, neye izin verip neyi yasakladığı konusunda ortaya çıkan farklı yorumlar, mezheplerin, tarikatların, çatışmaların doğmasına neden olmuştur. tanrı’ya inanan iki kişi, aynı kitaba muhatap olmalarına rağmen birbirini sapkın ya da zındık ilan edebilirler. sebep metin değil, metnin farklı yorumlamış olmasıdır. bu da gösterir ki, dini çatışmalar bile olgu ya da olay kaynaklı değil, yorum kaynaklıdır.
"cihad" kelimesinin bir yorumuna göre bu, içsel arınma ve mücadeledir. başka bir yoruma göre ise düşmana karşı fiziki savaş anlamına gelir. iki birey ya da toplum bu kavramı farklı şekilde okuduğunda, birisi barışı savunurken diğeri savaşı meşru görebilir. ayet aynı, yorum farklı, sonuç kökten değişir.
siyasal açıdan; devletler arası çatışmalar, görünüşte sınır ihlalleri, tehditler, doğal kaynaklar gibi sebeplere dayandırılır. ama bu olaylara yüklenen anlam, çatışmanın yönünü belirler. aynı askeri hamle, bir ülke için "savunma", diğeri için "saldırı" anlamına gelir. her iki taraf da kendi yorumunun "hakikat" olduğunu varsayar. oysa hakikat değil, yorumlar çatışır. ideolojik savaşlar da böyledir. farklı fikir sistemleri, aynı olaylara farklı anlamlar yüklediği için kargaşa doğar.
özgürlük, eşitlik, adalet gibi evrensel değerler bile farklı ideolojilerce farklı yorumlandığında, insanlar birbirine düşman hale gelir.
bir ülkenin mültecileri sınırdan geçirmesi, bir başkası için "insanlık görevi" olarak algılanırken, diğer bir devlet bunu "ülkemize tehdit ve istilacı davranış" olarak yorumlayabilir. olay aynıdır; sınırdan geçen insanlar. ama biri için bu bir yardım, öteki için bir savaş ilanıdır. yorumlar savaşır, insanlar ölür.
ve en temel düzeyde, insan ilişkilerine dönersek;
bir söz, bir bakış, bir suskunluk, bir ihmal ya da bir tercihin kendisi değil, bunların ne anlama geldiği hakkında yapılan yorumlar insanları birbirinden uzaklaştırır.
bir çift arasında yaşanan sorunlar çoğu zaman bir fiil olaylardan değil, olaylar hakkındaki kanaatlerden doğar.
"bunu bana saygısızlıktan yaptı", "beni sevmiyor", "önemsemiyor" gibi çıkarımlar, olayın doğasını aşar ve yorum düzeyine geçer. oysa karşı tarafın niyeti tümüyle farklı olabilir. ama bu bilinmezse ve kişi sadece kendi yorumuna güvenirse, ilişki zedelenir.
bir eşin, diğerinin doğum gününü unutması bir olaydır. ama bu unutma eylemi "artık sevmiyor" diye yorumlandığında, sorun büyür. oysa unutma bir yorgunluk, dalgınlık, stres, hatta depresyon belirtisi olabilir. yorum değiştirilse, anlayış gelişir; yorum sabitlenirse, kargaşa doğar.
o halde denebilir ki; bir olayın ardından yaşanan her türlü duygu, tepki ve çatışma, olayın kendisinden değil, o olayın nasıl yorumlandığından doğar. ve bu yorumlar sabit değildir; değiştirilebilir.
kişi yorumunu değiştirdiğinde, duyguları değişir, davranışları değişir ve kaçınılmaz olarak olayların sonuçları da değişir.
sonuç olarak; tüm sorunların temelinde olayın kendisinden ziyade olayın yorumlaması - anlamlandırılması vardır.
anlamı yani yorumu değiştirmek, çatışmayı da değiştirir. yorumlarımızı gözden geçirmek, kargaşanın değil, anlayışın önünü açabilir.
o halde bakış açısı üzerine, hiç düşünülmemiş bir şekilde yeniden düşünmemiz icab eder. haliyle; düşünülmüş olsaydı, üstte çözümlediğimiz insanlığın en temel sorunu belki çözüme kavuşacaktı.
"bakış açısı" müstakil olarak ayrıca ele alınacaktır... nihayetinde problemi tüm açıklığı ile ortaya koyduk. artık çözüm üretmek, (insanlığın yaptığı ve yapmaya devam ettiği şekilde) dipsiz bir kuyuda iğne aramak gibi değil; spesifik bir meseleyi çözümlemek şeklinde olacaktır...